10 Eylül 2017 Pazar

SAMOS



Uzun zamandır gitmek istiyordum Samos’a , giden arkadaşların öve öve bitirememesi sebebiyle çok merak ediyordum, ağustos’un ilk haftasonu için planımızı yaptık ve Samos’a gitmek için feribot biletlerimizi aldık, Kuşadası limanından Samos’un Pythagorio limanına feribotla 1 saat 10 dakikada gidiyorsunuz ama bizim arkadaş pythagorio’ya alması gerekirken diğer liman olan Vathi limanına almış bileti, vathi pythagorio’ya göre daha sakin bir liman, arkadaşın hatasından dolayı vathi limanına indik, orası 20 dakika daha uzun sürüyor, 1 saat 30 dakika süren yolculuktan sonra Vathi limanına indik, hemen arabamızı kiralamak için limanın karşısındaki manos rent a car’a gittik, eğer daha önceden rezervasyon yaptırmazsanız araba bulma şansınız çok az çünkü herkes rezervasyon yaptırarak gidiyor ve dolayısıyla araba kalmıyor, manos’ta bize rahat edersiniz diye peugeot’un cabriosunu verdiler ama rahat etmek bir yana çok rahatsız bir arabaydı, her bindiğimizde arabayı veren ablanın kulaklarını çınlattık diyebilirim. Arabamızı aldıktan sonra otele uğramadan kendimizi direk denize atalım dedik ve Samos’a gitmeden önce araştırdığımız ve listelediğimiz plajların ilki olan Lemonakia plajından başladık.
Lemonakia plajı küçük bir koya konumlanmış çok güzel bir plaj ve tek bir tesis var, hem yemek hem de içki servisi yapan, açıkçası internette çok gereksiz övgüler alan Lemonakia plajını beğenmedik, tesisde de bir güzel kazıklandık, 4 bira ve küçük patates tabağına 28 Euro bayıldık. Lemonakia’da 1 saat yüzdükten sonra onun hemen yanındaki Tsamadou plajına geçtik.
Tsamadou Lemonakia’ya göre daha büyük ve birden fazla tesisin olduğu bir plaj ve içinde nudistlerin de olduğu bir bölüm var, Tsamadou plajının Lemonakia’dan tek artısı biraz daha büyük olması ve birden fazla tesis olduğu için kazıklanmamamız. Nudistlerin olduğu taraf havlunu serip denize girdiğin ve herkesın kendi halinde olduğu bir yer ve plajın en sağında kalıyor, biz plajın en solundaki beach club’a oturduk, güzel müzikler eşliğinde biralarımızı içerek güneşin ve denizin tadını çıkardık, Lemonakia ve Tsamadou plajlarının denizi çok temiz ama iki plaj da kum değil, taş ve çakıllardan oluşan plajda kesinlikle deniz ayakkabısına ihtiyaç var, eğer gidecekseniz deniz ayakkabısı almadan gitmeyin derim. Tsamadou’da 2 saat yüzdükten sonra adanın batısında kalan Potami Beach’e gitmek için arabamıza bindik ve tabi ki arabayı bize rahat edersiniz diye kiralayan ablanın kulaklarını çınlatarak yolumuza koyulduk, Potami biraz daha uzakta kaldığından yaklaşık 25 dakikalık bir yolculuktan sonra Potami’ye ulaştık, Potami biz gittiğimizde çok dalgalıydı o yüzden orada denize girmek istemedik, deniz güzel, uzun bir kumsalı var ve plajda beach volley etkinliği vardı ama çok dalgalıydı, biraz oturup beach volley oynayanları izledikten sonra ilk günümüzde planladığımız son plaj olan Psili Ammos plajına gitmek için yola koyulduk. 


Samos’ta iki tane Psili Ammos var, biri batı kıyısında, diğeri doğuda, biz ilk gün batıdaki Psili Ammos’a gittik, Potami’den Psili Ammos yolu biraz uzun, rahat arabamızla yaklaşık 40 dakikalık yoldan sonra Psili Ammos’a vardık, ilk gün gittiğimiz plajlar arasında en güzelini sona bırakmışız onu anladık, Psili Ammos diğer plajların aksine tamamen kumdan oluşan bir plajdı ve denizi de gerçekten çok güzeldi, biraz geç gittiğimiz için pek insan yoktu ama bu bizim işimize geldi, kendi kendimize ok eğlendik Psili Ammos’ta, yaklaşık 1 saat 30 dakika vakit geçirdikten sonra hava kararmadan otelimize yerleşmek için Psili Ammos’tan çıkıp Pythagorio’daki otelimize gittik, adanın en batısından doğusuna gideceğimiz için yolumuz uzundu ve yollar virajlıydı, yaklaşık 1 saat 20 dakika süren yolculuktan sonra Samos’un merkezi olan Pythagorio’ya ulaştık fakat inanılmaz bir kalabalık vardı ve her yerde polis, meğerse 5 Ağustos Samos’un kurtuluş günüymüş ve biz de Samos’a gele gele o gün gelmişiz, otele yerleşmek için arabamızı park edecek yer bulamadık o kalabalıkta ve otelden 2 km uzaklıkta bir yere bırakmak zorunda kaldık arabayı, arabayı bıraktıktan sonra bavullarla otelimizi bulduk, otelin sahibi çok konuşan ama çok iyi bir adamdı, bizi odalarımıza yerleştirdi, odamıza yerleşip 15 dakika dinlendikten sonra limana gidip yemek yemek için otelden çıktık, limana gittiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştık, limanda Samos’un türklerden kurtuluşu kutlamaları vardı, herkes elinde telefon kutlamaları çekiyordu, limandaki restoranların çalışanları bile servisi bırakmış ellerinde telefonları kurtuluş kutlamalarını çekiyordu, gerçekten çok kalabalıktı, kutlamaları izlerken ben yaşa mustafa kemal paşa yaşa diye bağırırken eşim ve arkadaşlar sus şimdi dayak yiyeceğiz senin yüzünden diye beni susturmaya çalıştılar, açıkçası temsili kutlamalarda türklerden adayı cesurca savaşarak aldık dedi kutlamaları seslendiren kişi ama maalesef samos’un da dahil olduğu 12 adayı İsmet İnönü’nün Yunanistan’a hediye ettiğini biliyoruz. O kalabalıkta müsait bir taverna bulup yemek yemek için biraz gezindik ve sonunda boş masa sandalye bulduğumuz bir tavernaya kendimizi attık, deniz mahsullerinden oluşan bir tabak, tsatziki ve greek salad ve tabi ki ozuo’dan oluşan akşam yemeğimizi yedikten sonra günün yorgunluğunu atmak ve sabah dinç olarak kalkıp planımızın geri kalanını tamamlamak için otelimize geçtik. 

Adadaki 2. Ve son günümüz olan Pazar günü sabah 9’da kalkıp, check-out’umuzu yapıp adanın en övülen plajlarından Livadaki’ye gitmek için yola çıktık. Pythagorio’dan yaklaşık 20 dakika süren yolculuktan sonra Livakadi’ye geldik, Livadaki plajına inmek için çok bozuk bir yola giriyorsunuz, yol o kadar kötü ki acaba geri mi dönsek diye düşünmedik değil ama azmettik ve plaja kadar devam ettik, ne de olsa araba bizim değildi, rent a car düşünsün dedik ve bozuk yolda devam ettik, plaja geldiğimizde henüz boştu bizden başka 6-7 kişi daha vardı, arabamızı park ettik ve kendimizi plaja attık, bir de ne görelim, inanılmaz güzerl bir deniz, harika bir kum, ilk gün gittiğimiz 4 plaj bir yana Livadaki bir yana diyebilirim, gerçekten cennetten bir kare gibiydi livadaki plajı, biz gittiğimizde tenha olan plaj saat 12 olduğunda inanılmaz kalabalıklaştı ve gelenler şezlong bulamamaya başladı, biz arabayı park ettiğimizde otoparkta 3 araç daha vardı ama saat 12’de otopark dolmuş insanlar yola park ediyorlardı, saat 9.30’dan 2’ye kadar livadakide vakit geçirdik ve açıkçası oradan ayrılmak istemedik ama arkadaşlar diğer psili ammos’u görmek istedikleri için isteme istemeye cennetten bir köşe olan livadaki’den ayrılmak zorunda kaldık. Livadaki’den çıktıktan sonra 2. Psili Ammos’a gitmek için yola koyulduk, Psili Ammos bölgesindeki Mikali Beach’e gittik.

Mikali Beach’de güzel bir plajdı, kumdan oluşuyordu ve deniz ayakkabısına gerek kalmadan denize rahatça girebiliyorsunuz orda, Mikali Beach’i diğer plajlardan ayıran özelliği ise Müziğin sesinin daha yüksek olması ve diğer plajlarda asla karşılaşmadığımız şezlongun 5 euro olmasıydı, iki şezlonga 10 euro verdik ve biz gittiğimizde happy hour başlamak üzereydi, dj kabine geçti ve bu yazın popüler şarkılarını çalmaya başladı, bizde bistromuzda biralarımızı yudumlayıp müziklere eşlik ettik, Mikali Beach gittiğimiz diğer beachlere göre çok daha kalabalık bir plajdı ve samos gençlerinin tercih ettiği tabir-i caize piyasa bir mekandı. Mikali Beach’de 2 saat takıldıktan sonra artık yavaştan feribotumuzun kalkacağı Pythagorio limanına gitmek için yola koyulduk, yarım saat süren yolculuktan sonra feribotumuzun kalkacağı limana geldiki feribotumuz saat 7’deydi, biraz Pythagori’da gezdikten sonra saat 18.30’da feribotumuza geçtik ve 1 gece 2 günlük Samos gezimizi sonlandırmak üzere kuşadasına doğru yola çıktık.


Bu güne kadar gittiğim Yunan adaları içinde Samos sadece Sakız’dan daha güzeldi, Kos-Rodos-Mykonos-Santorini ve Girit’ten kötüydü, bir daha gider miyim derseniz, dünyada gidilecek çok yer varken samos’a bir kere daha gitmek saçmalık olur derim ama bir daha gitsem sırf Livadaki plajı için giderdim. Samos kendi çapında ufak ve tatlı bir ada, Çeşme-Bodrum’da kazıklanacağınıza Samos’a gidip çok daha uyguna tatil yapabilirsiniz. Yunan adaları genel olarak Çeşme ve Bodrum’a göre çok ucuzlar ve çok daha kaliteliler, o yüzden Kuşadasından 1 saat süren Samos’a gidin derim.

8 Eylül 2017 Cuma

TALLİNN




Riga’dan Tallinn’e arabayla yaklaşık 4 saat 20 dakikalık bir yolumuz vardı ve yol üstünde Parnu'ya da uğrayacağımız için yola erken çıkmamız gerekiyordu, sabah 9’da Riga'dan hareket ettik ve 3 saatlik bir yoldan sonra Parnu'ya vardık, Parnu Estonya'nın yazlık şehriydi, nasıl İstanbul'lular yazın İzmir'e akın ediyolarsa Tallinn’lilerde Parnu'ya akın ediyorlarmış. Biz de her ne kadar baltıklarda sezon bitsede Parnu'yu görmeden Tallinn'e geçmeyelim dedik ve baltıkların yazlık mekanı, Estonların denize girdiği yer olan Parnu'ya gittik. Parnu'ya gittiğimizde Parnu'da maraton vardı ve zaten 40 bin nüfusu olan küçücük bir yer olan Parnu'da hemen hemen herkes maratondaydı, arabayı park edip, Parnu sahiline yürüdük ve gerçekten harika bir manzarayla karşılaştık, baltık denizi karşımızdaydı plajı bembeyaz kumla kaplıydı, tabi ki denize kimse girmiyordu çünkü artık 3 eylül olmuştu, 15 gün önce gelseydik eminim ki plajda bir sürü güneşlenen ve denize giren olacaktı ama maalesef sezon kapandıktan sonra gidebilmiştik Parnu'ya, denizde bir 15 metre geri çekilmişti, kumsalda biraz yürüdük ve o harika atmosferde bol bol fotoğraf çektirdikten sonra Parnu'dan ayrılıp Tallinn’e doğru yol aldık.



Parnu Estonya'nın en güneyinde Tallinn’de en kuzeyindeydi ve en güneyden en kuzeye 1 saat 40 dakikada vardık, Estonya o kadar küçük bir ülke işte, Tallinn’e vardıktan sonra hemen otelimize yerleştik, otelimiz de old town’un içinde olduğundan otelden çıkar çıkmaz old town’a girmiş olduk ve otelden aldığımız haritayla beraber Tallinn’i gezmeye başladık. merkez meydandan gezimize başladık, Fat Margeret kulesi, St Olavs church, Toompea kalesi, Alexander Nevsky katedrali, Maiden kalesi, Kiek in de kök, Özgürlük meydanı ve Virgin Mary katedralini gezdikten sonra biraz dinlenmek için merkez meydanda bir cafeye oturduk ve Tallinn’in yerel birasından içtik, dinlendikten sonra bu sefer new Tallinn’i gezmek için old Tallinn’den çıktık ve şehrin graffitilerle kaplı caddesi olan Telliskivi Loomelinnak’a gittik.

Tallinn’in bu bölgesinde hemen hemen her duvarda bir graffiti görmeniz mümkün ve bu graffitiler şehre renk katmışlar, adeta turistik bir yer olmuş o bölge ve turistlerde o graffitileri görmek için Telliskivi Loomelinnak’ı ziyaret ediyor ama gerçekten de Tallinn’e giden herkesin bu bölgeye gidip o sanat eseri graffitileri görmesi gerekiyor diye düşünüyorum, ordaki yüzlerce graffitiyi de gördükten sonra tekrar old town’a gittik ve hediyelik eşyalarımızı alıp karnımızı doyurmak için hesburger’e gittik. Hesburger tm Baltıklarda bulunan bir fast food zinciri ve bizim baltıklar gezimizde sıkça girdiğimiz bir yer, 3 euro 60 cent’e gayet doyurucu bir menü alabildiğiniz harika bir fast food zinciri, eğer hesburger olmasaydı baltıklar gezimizde aç kalabilirdik, Litvanya'da da Letonya'da da Estonya'da da hesburger imdadımıza yetişti, hatta bir ara hesburgeri Türkiye'ye mi getirsek acaba diye düşünmedik de değil. hesbusgerde karnımızı doyurduktan sonra sabah erkenden kalkıp arabamızı bırakıp feribotla Helsinkiye geçip ordan da uçakla İstanbul'a döneceğimizden otelimize dönüp bavullarımızı toparlayıp uyuduk ve sabah 6.40’da çıkıp arabamızı kiraladığımız şirkete bırakıp ordan Helsinki feribotumuzun kalktığı limana gittik. 

6 gece 7 gün süren Finlandiya-Litvanya-Letonya ve Estonya gezimiz gerçekten çok keyifliydi evet günde ortalama 20 km yürüyerek yorulduk açıkçası ama bir şehri gezmenin en iyi yolu yürümek değil midir? Finlandiyayı iskandinav ülkesi olarak sayarsak Finlandiya ve Baltık ülkeleri gezimizin tek negatif yanı donmamız oldu, bu mevsimde İzmir'de 32 derecede terlerken biz orda 15 derecede resmen donduk, daha önce ağustosta üşüdüğüm olmamıştı, bu da bir deneyim oldu, soğuk dışında başka hiç bir kötü şey yaşamadık.

Bu 4 ülkeyi karşılaştıracak olursam eğer en pahalı ülke tabi ki de Finlandiya'ydı, onu sırasıyla Letonya ve Estonya takip etti, en ucuz ülke Litvanya'ydı, en sevdiğim ülke de Litvanya oldu açıkçası bunun ucuz bir ülke olmasıyla alakası gerçekten yok, Litvanya'dan sonra sırasıyla Estonya-Finlandiya oldu, en sevmediğim ülke de Letonya oldu çünkü sovyetler etkisinden hala kurtulamamış bir ülkeydi letonya ve letondan çok rus vardı ülkede. 

Sovyetler birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığını kazanan Litvanya-Letonya-Estonya'dan Estonlar ve Litvanlar tamamen Sscb etkisinden kurtulmuş fakat Letonya'da hala ciddi anlamda Sscb etkisi görülmekteydi, zaten en çok Rus'un yaşadığı baltık ülkesinin de Letonya olması bunu kanıtlayan bir istatistik. Hiç aklımızda yokken bir anda hadi baltıklar yapalım diyerek gittiğimiz bu destinasyon sonunda iyi ki gitmişiz dediğimiz güzellikte oldu, herkese baltık ülkelerini görmeyi öneririm ama gidecekseniz kesinlikle 15 ağustostan sonra gitmeyin, gezerken üşümenin alemi yok, sıcak sıcak gezmek için temmuz en ideal ay bence.

RİGA

Kaunas’tan sabah 10 gibi yola çıktık ve yolumuzun üstündeki Hill of Crosses’a uğrayıp yola devam ederek Riga'ya geçtik. Hill of Crosses Kaunas Riga ortasında bulunan Siauliai’deydi, Siauliai Litvanya'nın Vilnius ve Kaunas'tan sonra 3.büyük şehriydi, Hill of Crosses içinde 2000’den fazla hacın bulunduğu ve hristiyanlar için önemli bir yerdi, oraya gitmeden Litvanyayı terk etmek olmazdı, Siauliai Kaunas’tan 2 saat süren uzaklıktaydı, Riga’da Siauliai’den 2 saatti yani gideceğimiz yer Kaunas'la Riga'nın tam ortasındaydı, Siaulia’ye uğrayıp Hill of Crosses’ı gördük, Litvanyaya gidecek olan arkadaşlara tavsiye bu muhteşem yeri kesinlikle ziyaret edin, Hill of Crosses’da yarım saat durduktan sonra Riga'ya gitmek için yola koyulduk, saat 3 gibi Riga'ya vardık ve hemen bavullarımızı otele bırakıp Riga'yı keşfetmek için dışarı çıktık. 



Riga’da gezeceğimiz yerlerin hepsi old town’daydı ve old town’a girip yaklaşık 3 saatte her yeri gezdik, Riga kalesi, İsveç kapısı, The Cat house, House of Blackheads, St Peters church ve Riga'nın bence görülmeye değer en önemli yeri olan Özgürlük anıtı, buraları gezdikten sonra old town’da kurulan kermeslerin önünde siyah ekmek içinde burger yedik, bu zamana kadar yediğim en iyi burgerlerden biriydi diyebilirim, inanılmaz lezzetliydi, black burger diyorlardı adına, keşke Türkiye'de de olsa dedim açıkçası çünkü gerçekten tadı mükemmeldi, old townu bitirip karnımızı doyurduktan sonra biraz da new townu gezelim dedik ve bizim boğaziçi köprüsünün bir benzeri olan riga köprüsü manzaralı baltık denizinin hemen yanındaki banklara oturup denizi izledik ve o güzel manzarada fotoğraf çekildik.

Riga'yı da gezip bitirdikten sonra bir şeyler yiyip içmek için Amerikan tarzında yapılmış bir mekan olan Moonshine’a gittik, Moonshine gerçekten çok güzel bir mekan, tamamen Amerikan tarzında ve içi çok güzel, orda oturup hem dinlendik hem de canlı müzik dinledik ve sonra gece cluba gitmek üzere otelimize gidip üstümüzü değiştirdik, önce Riga’nın en iyi gece clublarından Coyote fly’a gittik fakat bizden 410 euro talep ettiler giriş için, tabi ki o parayı duyunca girmedik mekana, ben İbiza- St Tropez-Mykonos’da bulunuş biri olarak hayatımda bir mekana girmek için 410 euro istediklerine şahit olmaımıştım sağolsun Letonya'da bunu da yaşattılar, coyote fly’dan şehrin diğer iyi clublarından biri olan club 69’a gittik, orda da girişe 80 euro istediler, evet 410 euroya göre daha uygun bir fiyattı ama açıkçası içerisine girip zaten içerek para harcayacğımız bir mekana giriş ücreti vermek bana pek mantıklı gelmediğinden oraya da girmek istemedim ve taksi çağırıp tekrar old town’a gittik.

Riga’da mekanlara girmek için ciddi bir parayı gözden çıkarmak gerektiğini de tecrübe ettikten sonra old town’a geldik, orası da gayet hareketliydi, bir mekanda gençlerin deli gibi oynadığını görünce gittik, bu seferde girişteki kimlik istedi, kimliklerimizi gösterdik ama o bu clubın bu gece sadece tıp öğrencilere ayrıldığını ve sadece tıp öğrencilerinin kimlik göstererek girdiğini söyledi, gittiğimiz 3.mekandan da açıkçası elimiz boş dönünde anladık ki bize rigada club nasip değilmiş, moralimiz bozularak otelimize geri döndük çünkü sabah erkenden Estonya’ya gitmek için yola çıkacaktık. 

LİTVANYA(Vilnius-Kaunas)

Finlandiya'da geçirdiğimiz iki geceden sonra yolculuğumuza Baltık ülkeleriyle devam ettik, Helsinki'den Tallinn’e Linda Lines'la 2 saatlik bir feribot yolculuğu sonra vardık ve Tallinn’den kiraladığımız arabayla baltık ülkelerinin en güneyinde olan Litvanya’ya gitmek için yola koyulduk.

Tallinn’den saat 12.30’da çıkıp 8 saat süren bir araba yolculuğundan sonra Litvanya’nın başkenti Vilnius’a vardık, yolculuğumuzun %70’inde yollar tek yöndü ve inanılmaz Tır trafiği vardı ama yolun manzarası o kadar güzeldi ki yolculuk nasıl geçti anlamadık, Tallinn’den Vilnius’a kadar 8 saatlik yolda sağımız solumuz yemyeşil ağaçlarla kaplı bir yolda arabamızı sürdük ve 8 saat bizi yormadı açıkçası. Vinius’a varır varmaz otelimize yerleştik ve şehri keşfetmek için hemen dışarı çıktık. Otelimiz old town’a 100 metre uzaklıkta bir yerdeydi, o yüzden otelden çıkar çıkmaz old town’un içine daldık ve dalar dalmaz şok olduk, her yerde etekleriyle sallanan İskoçlar vardı, bir ara acaba biz yanlışlıkla Litvanya yerine İskoçya'ya mı geldik acaba diye düşünmedim değil çünkü her barda, her cafede, her restoranda İskoç vardı, bu kadar çok İskoçun burda işi ne diye düşünürken milli maç haftasında olduğumuzu hatırladım ve hemen internete girip düşündüğümü doğruladım, cumartesi günü Vilniusta Litvanya-İskoçya maçı vardı bu yüzden İskoçlar cuma gününden Vilniusa akın etmişti, old town’u geçip Vilnius’un en kalabalık caddesi olan Vilniaus gatveye geçtik ve bir de ne görelim Amerika'nın meşhur fast food restoranı Hooters ordaydı, bu zamana kadar gittiğim hiç bir yerde görmediğim Hooters’ı ilk defa Vilnius’ta görmek beni açıkçası şaşırtmıştı, o şaşkınlıkla hemen Hooters’a oturduk, zaten kurt gibi açtık ve karnımızı Hooters’da doyuracak olmanın verdiği keyifle dört bir tarafımızı saran sarhoş İskoçları izledik. Hooters’da karnımız doyurup İskoçlarla sohbet ettikten sonra Litvanya gecelerine akmak için hazırdık artık, Hooters’dan çıkıp caddede yürümeye başladık, Vilnius'un en işlek caddesi olan Vilniaus gatvede bir sürü pub ve bar var, hangisine gireceğimizi şaşırdık açıkçası ve caddenin sonuna kadar yürüyerek hepsine baktık ve sonunda Bardakas’a girmeye karar verdik.

Bardakas Türkiye de dahil bu zamana kadar gittiğim ülkelerde girdiğim mekanlarda açık ara en iyilerinden biriydi, hem içindeki insanlar çok kaliteliydi hem de o kalitenin tersine fiyatlar çok uygundu, İstanbul'da öyle bir mekanda 1.5 litrelik mojitoya ne alırlar bilmiyorum ama orda biz 15 euro verdik, evet 15 euro, o fiyatları görünce gerçekten şok olmuştuk, Bardakas’ta kendimizi müziğin ritmine kaptırdık ve gerçekten çok eğlendik, müziklerde güzel, içerdeki ambiyans güzel, insanlar güzel, kısacası bardakas gerçekten çok güzel bir mekandı, Vilnius’a gidecek herkese kesinlikle öneririm bardakas’ı. 

Arkadaşlar hadi çıkalım başka bir mekana daha gidelim dedikçe durun burası güzel diyerek 1 saat daha fazla kaldık ama sonunda beni zorla da olsa çıkarmayı başardılar bardakas’tan, bardakas’tan çıkıp old town’a yürüdük ve kalabalık bir mekan gördük, sorduğumuzda erasmus partisi olduğunu söylediler, Litvanya’da okullar 1 eylülde açılıyormuş, 1 eylül hangi güne gelirse gelsin, bu sene 1 eylül cuma günüydü okullar açılmadan bir gün öncede erasmus partide öğrenciler kaynaşıyordu, daha önce hiç erasmus partisine girmediğim için girelim dedik ve 4 kişi 10 euro vererek partiye girdik, içerisi inanılmaz kalabalıktı ve herkes çılgınlar gibi eğleniyordu, orda 1 saat kaldıktan sonra sabah Vilnius'u gezeceğimiz için partiden çıkıp otelimize gittik ve uyuyarak enerjimizi topladık.



1 eylül cuma günü sabahı erkenden uyanıp Vilnius'u gezip ordan da 2 gibi çıkıp Kaunas’a geçecektik o yüzden sabah 9’da otelden çıkıp Vilnius'u gezmeye başladık, otelimiz old town’a 100 metre olduğu için şanlıydık, otelden çıktık ve direk old town’a girdik, old town’u new town’a bağlayan sokağın adı Pilies sokağı, Vilnius'un en meşhur sokaklarından biri, Pilies’de gezinerek aşağı indik ve katedral meydanına gittik, katedral meydanında tahmin edeceğiniz gibi Vilnius katedrali var ve o meydan Vilniusun kalbinin attığı meydan, orada oturup geleni geçeni izlemek bile insana iyi geliyor, katedral meydanından gece gittiğimiz vilniaus gatveye gittik, 1 eylül’de okullar açıldığından her yer öğrenci kaynıyordu ve hepsinin elinde de çiçek vardı, sanırım öğretmenlerine götürüyorlardı, kraliyet sarayını da gezdikten sonra St Anne kilisesine gittik, gotik bir mimariye sahip olan St Anne kilisesi mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri, St Anne kilisesini de gezdikten sonra Uzupis bölgesine gittik, Uzupis Vilnius içinde ufak bir yer ve kendi anayasaları hatta marşları bile var, burasıda mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Uzupis'in orda Vilnius nehi var, nehrin yanında bir cafeye oturup bir şeyler içtik ve ardından Vilniusta görmemiz gereken son yer olan Gediminas kulesini görmek için yola koyulduk, Gediminas kulesinden tüm Vilnius'u kuş bakışı görebilirsiniz o yüzden kesinliklie görülmesi gereken bir yer Gediminas kulesi, biz gittiğimizde fünikiler bakımdaydı o yüzden yaklaşık 15 dakika süren bir tırmanıştan sonra kuleye vardık ama değdi açıkçası çünkü dediğim gibi tüm Vilnius ayaklarınızın altında kalıyor, orada 45 dakika kalıp Vilniusu izledikten sonra saat 1’e gelmişti ve bizim Vilnius2tan Kaunas'a gitmemiz gerektiğinden yavaştan arabaya binip yola koyulma zamanı gelmişti, Gediminas'tan inip otelimizin otoparkında bulunan arabamıza gitmek için old town’dan geçtik, İskoçlar yine her yerdelerdi, akşam maç öncesi içmeye başlamışlardı, gaydalarını çalarak marşlar söylüyorlardı, bir İskoç'tan canlı olarak gayda dinlemek de nasip oldu üstelik vilniusta, old town’u tekrar gezerek ve almamız gereken hediyelik eşyaları alarak arabamıza bindik ve Kaunas yoluna koyulduk. 



Vilnius’tan Kaunas normalde 1 saat 30 dakika ama Vilnius-Kaunas yolu üstünde mutlaka uğramanız gereken harika bir yer var TRAKAİ, Litvanya'ya gelip burayı es geçmek gerçekten saçmalık olurdu, Trakai es geçilemeyecek kadar muhteşem bir yer, Vilnius'tan yaklaşık 25 dakika uzaklıkta ve tabi ki Trakai’yi es geçmedik ve arabamızın rotasını Trakai’ye çevirdik, vardığımızda gerçekten büyülendik, Trakai castle nehrin üzerine kurulmuş ve muhteşem manzarasıyla tüm heybetiyle karşımızdaydı, fotoğraf çekmeyi bilmeseniz bile o manzara karşısında çekeceğiniz fotoğraf sanat eseri gibi gözükecek bir manzaradan bahsediyorum, tabi ki oranın tadını çıkardık, kaleyi gezdik, oturduk, hemen karşısındaki cafede oturup kaleye karşı kahvemizi içtik ve bol bol fotoğraf çektik, Trakai’yi de gezdikten sonra artık Kaunas’a gitmek için yola koyulmamız gerekiyordu, yaklaşık 2 saatlik yolculuktan sonra Kaunas’a varacaktık ama maalesef yol çalışması olduğundan yolculuğumuz 3 saat sürdü, vardığımızda hava kararmıştı, hemen otelimizi bulduk ve yerleştik ve ardından oteldeki resepsiyonist ablanın tavsiye ettiği, kaunas’ın en kalabalık caddesine gittik. 

Rotuses caddesi aynı zamanda kent meydanınında içinde olduğu cadde, Kaunas Litvanya'nın üniversite şehri, en çok üniversite Kaunas’ta var ve dolayısıyla öğrenci şehri diyebiliriz Kaunas’a, rotuses caddesinde biraz dolaşıp bir pub’a girdik, rePUBlic adlı pub gerçekten çok keyifli bir pubtı, bu arada bu pubın 3 şubesi var bizim girdiğimiz 2.şubesiydi, inanılmaz kalabalıktı ama şansımız yaver gitti ve kendimize boş bir yer bulduk, orda oturup karnımızı doyurduk ve Litvanya'nın yerel biralarından denedik, eğer Litvanya'da bir mekana giriyorsanız ve orda müzik çalıyorsa kesinlikle oynayan birileri vardır, bunu Vilnius'ta da görmüştük, Kaunas'ta da gördük, pubda çalan müzikte yerinde duramayan Litvanlar sanki orası pub değilde clubmış gibi oynamaya başladılar, bizde biralarımızı içip izledik, 2 saat orda yiyip içtikten sonra resepsiyonist ablamızın bize tavsiye ettiği ve kesinlikle gece buraya gitmelisiniz dediği cluba gitmek için pubdan ayrıldık, resepsiyonist ablanın önerdiği mekanın adı Taboo’ydu.

Taboo bulunduğumuz yerden 5 dakikalık yürüme mesafesindeydi, Taboo hem lounge hem club olarak hizmet veren harika bir mekandı, maalesef Türkiye'de böyle mekanlar çok yok, lounge da çok güzel ama biz club’da eğlenmek istediğimiz için club’ına girdik, giriş 5 euro(o mekan için gayet uygun, 20 euro deseler verilir) Taboo’yu övmek için kelimeler gerçekten kifayetsiz kalır, hayatımda gittiğim en iyi club desem abartmış olmam, hem müzikler harikaydı, hem ortam süperdi hem de içkiler inanılmaz ucuzdu, bir clubda olması gerekenden fazlasıydı taboo, gece 12’den 3’e kadar eğlendik, daha da kalmak isterdik ama sabah erkenden Letonya'ya gideceğimiz için istemeye istemeye çıkmak zorunda kaldık Taboo’dan. Taboo’yu size şöyle anlatabilirim eğer Türkiye'den Litvanya'ya direk uçular Vilnius değilde Kaunas’a olsaydı, cuma’dan Kaunas’a gidip cuma, cumartesi gecesi Taboo’da eğlenip pazar geri dönerdim, işte o kadar iyi bir mekan Taboo.



Sabah erkenden kalkıp Kaunas’ın görülmesi gereken tek yeri olan Kaunas kalesini görüp ordan ver elini Riga yapacaktık, sabah 9’da kalktık gidip Kaunas kalesini gördük ve Riga için yola koyulduk, Kaunas’tan yaklaşık 4 saat süren yolculuğumuz sonra Riga'ya vardık.

HELSİNKİ



Bu yaz iznimizde avrupada nereye gitsek diye çok düşündük, çok farklı destinasyonlar araştırdık ve Budapeşte-Prag-Viyana mı olsun yoksa İtalya kıyıları mı derken havalarında çok sıcak olmasından dolayı biraz serinlemek maksadıyla bir anda Finlandiya-Estonya-Letonya-Litvanya destinasyonunda karar kıldık. 

29 Ağustos’ta Türk Hava Yolları’nın TK1763 seferiyle Helsinki’ye hareket ettik, İstanbul’dan Helsinki 3 saat 20 dakika sürüyor, aramızda saat farkı yok ama sıcaklık farkı çok, 29 ağustosta İzmir’de hava 32 dereceyken Helsinki’de 18 dereceye indik, 14.55’te kalkan uçağımız 18.20’de Helsinki’ye indi, uçaktan indikten sonra şehir merkezindeki otelimize gitmek için havaalanından kalkan trene bindik, tren 26 dakika süren yolculuktan sonra bizi Helsinki central station’da indirdi, otelimize geçip bavulumuzu bıraktıktan sonra hemen merkeze geri döndük ve şehri keşfetmeye başladık. Uçaktan inip otele bavulları verip merkeze gidene kadar saat 20.30 olmuştu ve hava hafiften kararmaya başlamıştı, Finlandiya’nın başkenti olan Helsinki toplam 650 bin nüfusa sahip ufak bir başkent olduğu için 2 günde çok rahat gezilecek bir yerdi, sabah erkenden gezmeye başlayacaktık ama geceden sabah gezeceğimiz yerleri görmek istedik ve gideceğimiz yerlere yürüyerek gittik, hava geceleri biraz daha soğuk olduğundan ve yol yorgunluğundan dolayı kabataslak şehri gezip otelimize dönmek istedik, akşam 21’de tüm avm’ler kapanıyor, açık yer bulmak gerçekten çok zorlaşıyor Helsinki’de, nerdeyse hayat akşam 9’da bitiyor desek abartmış olmayız. sabah erkenden kalkıp Helsinki'yi keşfetmek için otelimize döndük.

30 Ağustos sabahı 8’de otelimizden çıktık ve Helsinki'yi dolaşmak için yola koyulduk, ilk hedefimiz Senato Meydanıydı, şehrin tam göbeğinde olan senato meydanına otelimizden yaklaşık 20 dakika yürüyerek ulaştık, gerçekten çok görkemli bir yapı senato binası ve turistlerinde akın yeri, senato meydanında oturduk, fotoğraf çekildik ve oranın tadını çıkardıktan sonra market meydanına doğru yol aldık, market meydanı deniz kenarında harika bir meydan ve burda ufak büfelerde kermesler yapılıyor, Helsinkililer hediyelik eşyalar, taze meyveler, balıklar ve daha bir çok şey satıyorlar burada, market meydanında balık ve kalamar yemek için mola verdik, balık bizim hamsi gibi ufak bir balıktı, kalamarda açıkçası bizim kalamarımız gibi lezzetli değildi ve üstelik pahallıydı, balıklarımızı yedikten sonra Market meydanından Uspenski katedraline doğru yürüdük, Uspenski, Helsinki'nin en güzel yapılarından biri saat 3’e kadar açık, bizde 3 olmadan gidip görelim dedik, Market meydanından yürüyerek 10 dakikada ulaşılıyor Uspenski'ye, Helsinki için gerçekten çok güzel bir yapı ama Moskova ve Petertsburg'ta o kadar fazla katedral varki Uspenski beni çok etkilemedi, Uspenskiyi de gördükten sonra arkadaşlarımızı almak için central station’a gittik, sabah 7.55 uçağıyla Helsinki'ye gelen arkadaşlarımızı karşıladıktan sonra Suomenlinna adasına gitmek için Market meydanına geri döndük, Market meydanından her 20 dakikada bir Suomenlinna adasına ufak gemiler kalkıyor.

Suomenlinna adasına 15 dakikalık bir deniz yolculuğundan sonra vardık, ada gerçekten harika ve Helsinki'ye gelen herkesin mutlaka görmesi gereken bir yer, adada yaklaşık 1 saat 40 dakika gezdik, ufak bir ada ama gerçekten çok keyifli, insana huzur veriyor, adayı gezdikten sonra Helsinki'ye geri döndük ve bu sefer sabah bizim gezdiğimiz yerleri arkadaşlarımıza gezdirdik, akşam 7 gibi Helsinki'nin her yerini gezmiştik sadece bir yer kalmıştı o da Rock Church'tu. Rock Church şehir merkezinden biraz uzak olduğu için onu sona bıraktık ve saat 7’de Rock Church’ü görmek için yola koyulduk, oraya ulaştığımızda saat 7.30’du ve maalesef kilise kapanmıştı. 7’de kapandığını bilmediğimizden onu sona bırakmıştık, açıkçası orayı görmeyi çok istiyordum ve göremediğimiz için moralim bozuldu ama yapacak bir şey yoktu, Rock Church’u görememenin hüznüyle yolumuza devam ettik ve karnımızı doyurmak için Kamppi meydanına gittik. Helsinki’de çok avm var ve bu avm’lerin hepsi birbirine çok yakın, Stockman, Forum, Kamppi, Espalanade avm’leri şehrin göbeğinde ve birinden çıkıp diğerine gitmek maksimum 5 dakikanızı alıyor, biz Kamppi ve Stockmann’ı gezdik.

Sabah 8’de çıkıp akşam 10’a kadar nerdeyse hiç durmadan gezdiğimiz için açıkçası çok yorulmuştuk, bir cafede oturup sohbet ettik ve sabah erkenden Tallinn’e gideceğimiz için otelimize geçip dinlendik.

Helsinki’de kahve kültürü üst seviyede, o kadar çok kahveci var ki starbucks’un yüzüne bile bakmıyorlar diyebilirim, kahveye kahvi diyorlar ve gerçekten çok lezzetli kahveleri var, Finlandiya’nın kendine has bir mutfağı yok, fin mutfağına dair illa bir şey söylersek balık ve geyik eti diyebiliriz.

Helsinki ufak ve 1 günde gezilecek bir şehir, insanlar çok yardımsever ve çok medeniler, şu ana kadar gittiğim en kuzeydeki yer olduğu içinde ayrı bir önemi var Helsinki'nin benim için, seneye belki daha kuzeye giderek Helsinki'yi tarihe gömerim orası bilinmez ama şu çok net ki Helsinki'yi ben çok sevdim. Türkiye'ye göre tabi ki ciddi anlamda pahalı bir ülke Finlandiya, o yüzden ya ciddi bir bütçeyle gitmek gerekir ya da idareli harcama yapmak gerekir. 

Helsinki’de 2 gece geçirdikten sonra bir sonraki durağımız olan Tallinn’e gitmek için market meydanından kalkan feribota binerek 2 saat süren bir yolculuktan sonra Tallinn’e geçtik.