30 Aralık 2013 Pazartesi

2013'ün EN İYİ 10 FİLMİ


Sinema yazarları ve yönetmenler için Aralık ayı demek o yılın en iyi 10 filmini belirlemek demektir, önce AFİ kendi listesini açıklar sonra ünlü film eleştirmenleri ve başta Tarantino olmak üzere yönetmenler birer birer yılın en iyi 10 film listelerini açıklarlar, sinemaya gönül vermiş ve sinema blogu yazan biri olarak ben de her sene o senenin en iyi 10 filmini yazarım Aralığın son haftası.

Bu sene yılın son gününe kalmamın sebebi bi türlü 10.filme karar veremememdir, 9 filmi yazıp 10.yu bi türlü seçemeyince o filmlere haksızlık olmasın diye mansiyon dalları yazarak o filmleri de listeme aldım.

Yılın en iyi 10 filmi ise benim için şöyledir:

12 Years a Slave: Steve Mcqueen'in 3.filmi belki de en iyi filmi diyebiliriz, önce ilk filmi The Hunger ile dikkatleri üzerine çeken daha sonra Shame ile kendine has bi hayran kitlesi oluşturan Mcqueen son filmiyle 2013 senesine damgasını vurdu, oscarın da en büyük favorisi olan 12 Years a Slave sadece benim değil tüm sinema eleştirmenlerinin listesine girmeyi başardı.

Gravity: Alfonso Cuaron'un Children of Man'dan sonra 5 sene hazırlanarak çektiği bu bilimkurgusu Avatar'dan sonra çekilen en iyi 3D film olma özelliğinin yanı sıra, insana kendini uzayda hissettirmesiyle senenin en iyi filmleri listesine adını yazdırıyor.

American Hustle: David o Russell'ın geçen seneki harikası Silver Linings Playbook'tan sonra bu seneki harikası da American Hustle, başta geçen sene oscarı kazanan Jennifer Lawrence olmak üzere Bradley Cooper, Amy Adams Christian Bale ve Jeremy Renner'in başrollerini paylaştığı film oscar yarışında 12 Years a Slave'i zorlayacak tek film olacak.

Rush: Oscar ödüllü Usta yönetmen Ron Howard'ın çektiği filmde Formula 1'in efsanelerinden Niki Lauda ile James Hunt'ın çekişmelerini anlatılıyor, bu senenin en heyecanlı filmlerinden biri olarak 2013'ün en iyi 10 filmine girmeyi kesinlikle hak ediyor

Dallas Buyers Club: Matthew Mcconaughey'in kariyer performansı yaptığı bu film Aidsli bir adamın gerçek hikayesini anlatıyor, Philedelphia'dan sonra çekilen en iyi Aids hikayesi olan filmde Jared Leto da yardımcı oyuncu dalında harika bir oyunculuk çıkarıyor, Jennifer Garner da bu iki aktöre yakışır bir rolle onları tamamlıyor ve bu film gerek senaryo gerekse oyunculuk dalında 2013'e damgasını vurarak en iyi 10 film arasına giriyor.

Her: Spike Jonze'un yönetmenliğini üstlendiği Her orjinal senaryo dalında çoğu festivalden ödülle ayrıldı, Joaquin Phoenix'in her zamanki gibi kalburüstü oyunculuğu ve Scarlett Johansson'un sesiyle ayrı bir renk kattığı film 2013'ün en özgün filmlerinden biri olarak listemize giriyor.

The Wolf of Wall Street: Efsane yönetmen Scorsese'nin Robert De Niro'dan(7 film) sonra en çok çalıştığı oyuncu olan Leonardo Dicaprioyla çektiği 5.film(Aviator, The Departed, Shutter Island, The Gangs of New York,) olan The Wolf of Wall Street bu senenin vizyona en geç giren filmi oldu, Caprio'nun bi türlü kazanamadığı oscar için tekrar şansını deneyeceği bu film senenin en iyi filmlerinden olsa da heykelciği Caprio'ya getirecek mi ? Bence çok zor.

Before Midnight: Julie Delpy'nin hikayesini yazdığı ve oynadığı Before 3'lemesinin son filmi Before Midnight ikincisinden 9 sene sonra vizyona girdi, ilki 1995'de vizyona giren Before Sunrise çok beğenilince 2004'te Before Sunset çekilmişti, o da çok beğenilince ondan tam 9 sene sonra bu sefer Before Midnight çekildi, genelde her üçlemede en iyi film ilk film olurken Before serisinden son film sinemaseverler tarafından serinin en iyi filmi seçildi, Ethan Hawke ve Julie Delpy'nin aşk filmlerine yeni bir soluk getirdikleri bu üçleme gerçekten türünün en iyi ve en özgün örneklerinden olarak çoktan sinema tarihine geçti, son filme gelirsek bir üçleme ancak böyle muhteşrm bir filmle bitirilebilirdi, Before Midnight üçlemenin en iyi filmi olmakla kalmayıp 2013'ün de en iyi 10 filmine giriyor.


Blue is the Warmest Color: 2013'ün en iyi 10 filmini yaz deseler zorlanırım ki zorlandım yazarken ama 2013'ün en iyi filmini yaz deseler hiç zorlanmadan Blue is the Warmest Color derim, Cannes'da altın palmiyeyi kazanan bu aykırı aşk filmi, ilk başlarda konusu nedeniyle çok konuşulmuştu ama film izlendikten sonra tüm eleştirmenler konusunu ikinci plana atıp filmi ve filmin iki oyuncusunu konuşmaya başladılar başrol Adele Exarchopoulos ve yardımcı rolde Lea Seydoux öyle uyumlu bir ikili oluşturmuşlardı ki, filmin bu kadar başarılı olmasında payları gerçekten çok büyüktü, öyle ki Cannes'da jüri başkanı Steven Spielberg Cannes'da bir ilki gerçekleştirip en iyi film ödülünü yönetmenle beraber filmin iki oyuncusu Adele ve Lea'ya da verdi, son zamanların değil sinema tarihinin en iyi aşk filmi desem abartmış olmam sanırım, Blue is the Warmest Color zaman geçtikçe değeri daha çok anlaşılacak filmlerden biri olacak ve sinema tarihine altın harflerle kazınacak. 5 sene sonra bana 2013'de unutamadığın ne oldu dediklerinde aklıma ilk gezi olayları gelir ikinci de Blue is the Warmest Color.

La Grande Bellezza: Ünlü İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino'nun son filmi La Grande Bellezza 2013'ün en iyi 10 filmine avrupadan giren iki filmden biri oluyor, avrupa sinema ödüllerinde de en iyi film ödülünü kazanan film, bir çok iddalı filmi geçerek 2013'ün en iyi 10 filmine girmeyi başarıyor.
Film Fellini sinemasına selam çakarken Roma güzellemesi yaparak, Roma'ya bir kez daha aşık olunmasını sağlıyor.

Yazımın başında da dediğim gibi 2013'ün en iyi 10 filmini yazarken 9 filmi yazıp son filmi seçmekte zorlanmıştım o yüzden o havuzdan son filme giremeyenlere mansiyon ödülleri vermek ve bir şekilde onları da onore etmek istedim, o yüzden kendi çapımda onları kendi dallarının en iyi filmleri olarak yazdım

En iyi ilk film: Fruitvale Station: Bu senenin en çarpıcı filmi kesinlikle Fruitvale Station, bir ilk film olarak değerlendirdiğimizde yönetmen Ryan Coogler gerçekten çok büyük bir iş başarmış, gerçek bir hikayeden sinemaya uyarlanan Fruitvale Station'un son 15 dakikasında gerildiğim ve sinirlendiğim kadar hiç bir filmde gerilmemiştim, film bittiğinde ise sinema slonunun %90'ı ağlayarak salonu terk ediyordu, özellikle gezi olaylarını yaşayan ülkemiz insanı bu filmi izlerken çok etkilenecek ve polis terörüne lanet edecek.

En iyi animasyon: The Wind Rises: Animasyon denince ilk akla gelen yönetmen Miyazaki'nin son filmi, son derken gerçekten son çünkü bu filmle sinemayı bıraktığını açıkladı efsane yönetmen, birbirinden efsane animasyonlarla(Princess Mononoke, Spirited Away, Howl's Moving Castle) sinema tarihine geçen Miyazaki'nin bu filmle sinemaya vedası da çok güzel oldu.

En iyi komedi: This is the End: Seth Rogen ve James Franco önderliğinde yeni komedi stili yaratmayı başaran grubun(Jonah Hill, Jay Baruchel, Christopher Mintz-Plasse, Michael Cera, Jason Segel) kendileriyle dalga geçtiği bu film kesinlikle 2013'ün en iyi komedisi olmayı başarıyor. Özellikle James Franco'nun evinde başbaşa kaldıkları sahnelerdeki diyaloglar gerçekten çok başarılı, komedi denince Amerika'da akla gelen ilk grup olan James Franco ve grubu bu ortaklıklarında da yine izleyenleri gülme krizlerine sokuyorlar.


En iyi dram: The Broken Circle Breakdown: Bu senenin açık ara en iyi dramı diyebilirim Belçika yapımı bu filme, birbirine tamamen zıt karakterde olan iki insanın evliliklerinin nasıl bir anda bir drama dönüşebileceğini anlatan bu film, özellikle evlilik fobisi olan insanların asla izlememesi, dram sevenlerin ise muhakkak izlemesi gereken bir film.

En iyi korku: The Conjuring: Sadece 2013'ün değil son 5 senenin en iyi korku filmi diyebiliriz The Fonjuring'e, insanı yerinden zıplatmayı başaran ve film bittikten sonra da 1-2 gün etkileyen korku filmlerini arar olduğumuz bu zamanlarda, bunu çok iyi başardığı için The Conjuring bu senenin en iyi korku filmi oluyor.

Woody Allen özel kontenjanı: Blue Jasmine: Woody Allen avrupa üçlemesini bitirdikten sonra tekrar memleketine dönüyor ve bu sefer ondan izlemeye alışık olmadığımız bir türe drama imzasını atıyor, Cate Blanchett'e kariyer performansını yaptırıyor ve en iyi kadın oscarını da büyük ihtimal kazandıracak bir rol veriyor, her sene olduğu gibi bu sene de film çeken Allen, Blue Jasmine ile insanlara adeta ne oldum değil ne olacam demeli dersi veriyor.

21 Aralık 2013 Cumartesi

YABANCI OSCARINDA SON DOKUZA KALAN FİLMLER


Akademi dün en iyi yabancı film oscarı için ilk elemeyi yaptı ve son dokuza kalan filmleri belirledi, Türkiye'nin adayı olan Kelebeğin Rüyası tabi ki ilk dokuza kalamadı, Türkiye jürisi Kelebeğin Rüyasını seçtiğinde twitterda yazmıştım Tepenin Ardı gibi efsane bir film varken Kelebeğin Rüyasının Oscara aday yapılması hem ülkeye ihanettir hem de sinema sanatına diye, e tabi Kelebeğin Rüyasının arkasında Yılmaz Erdoğan lobisi vardı ama Tepenin Ardında henüz taze sinemacı olan ve ilk sinema filmini çeken Emin Alper, iş böyle olunca iyi olan değil lobisi olan kazandı ve Kelebeğin Rüyası oscar için ülkemizin adayı yapıldı, ben o zamanda yazmıştım ilk dokuza girmesi hayal diye, zaman beni haksız çıkarmadı ve maalesef dediğim oldu, lobiyle aday olan Kelebeğin "oscar" Rüyası sona erdi, oysa Tepenin Ardı aday olsaydı ilk dokuza kalma ihtimali çok yüksekti hatta ilk beş bile olabilirdi ama Türkiye bu fırsatı elinin tersiyle itti, iyi film yerine lobi filmini gönderdi ve yine hüsranla döndü oscar hayalinden. 

Akademi ilk dokuzu açıklarken iki büyük adayı da eleyerek herkesi şoke etti, İran'ın Oscar adayı Asghar Farhadi'nin yürekleri dağlayan filmi Le Passe yabancı oscarının en büyük adayıyken ilk dokuza bile giremedi aynı şekilde Suudi Arabistan'ın dünya eleştirmenlerince baya güzel eleştiriler alan filmi Wadjda da ilk dokuza giremedi, benim bu seneki en büyük yabancı oscar adayım Danimarka yapımı Jagten, en büyük rakibi Le Passe'nin da elenmesiyle ödüle daha yakın artık, onu zorlayacak bir başka film ise Belçika yapımı, bence bu senenin en iyi dramlarından biri olan The Broken Circle Breakdown ayrıca bu sene avrupada en iyi film seçilen ünlü İtalyan yönetmen Sorrentino'nun harika filmi La Grande Bellezza da kazanırsa şaşırmam, yani bu üç filmden biri yabancı oscarını kazanır bu sene ama dediğim gibi Danimarka yapımı Jagten diğer iki filmden bir adım önde.

En iyi yabancı film oscarında ilk dokuza kalan filmler ise şöyle:

The Broken Circle Breakdown-Belçika
An Episode in the Life of an Iron Picker-Bosna Hersek
The Grandmaster- Hong Kong
La Grande Bellezza-İtalya
Jagten-Danimarka
The Mission Picture-Kamboçya
The Notebook-Macaristan
Omar-Filistin
Two Lives-Almanya

13 Aralık 2013 Cuma

ZEKİ DEMİRKUBUZ


1964 yılında Isparta'da doğan Demirkubuz 1980 darbesinde tutuklanıp 3 sene hapis yatmıştır, hapisteyken Dostoyevski'yi keşfeden ve özellikle suç ve ceza kitabından etkilenen Demirkubuz hapisten çıktıktan sonra İstanbul iletişim fakültesini kazanır, sinemaya 1986'da Zeki Ökten'in asistanlığını yaparak başlayan Demirkubuz ilk filmi C BLOK'u çekene kadar çeşitli yönetmenlerin asistanlığını yaptı ve 1994'te ilk filmi C BLOK'U çekti ve Siyad tarafından en iyi film ve yönetmen ödüllerine layık görüldü, 1997'de ikinci filmi olan MASUMİYET'i çeken Demirkubuz bu filmle birlikte sinema dünyasına gerçekten girmiş oldu, bir çok festivalde ödül kazanan Masumiyet filmi Demirkubuz'un en büyük başyapıtıdır, filmde Haluk Bilginer ve Derya Alabora'nın efsane oyunculukları da tarihe geçmiştir. Masumiyet'in ardından 1999'da ÜÇÜNCÜ SAYFA'yı çeken ve Uluslararası İstanbul film festivalinde en iyi türk filmi ödülü kazanan Demirkubuz bu filmnden sonra Karanlık Üzerine Öyküler adını verdiği üçlemesinin çalışmalarına başladı ve 2 sene sonra 2001'de önce İTİRAF sonra YAZGI'yla seyircinin karşısına çıktı, 2003'de üçlemenin son filmi BEKLEME ODASI seyirciyle buluştu, bu üçleme de bir çok festivalde gösterildi ve Türkiye'de bir çok ödül kazandı, bu üçlemenin ardından 2006'da KADER'i çeken Demirkubuz bu filmde Masumiyet filminin öncesine gitti ve o Uğurla Bekirin tanışmasını anlattı, Kader Antalya Altın Portakalda en iyi film ödülünü kazandı, en az Masumiyet kadar yankı uyandırdı beyaz perdede, Kaderden 3 sene sonra bu sefer KISKANMAK ile karşımıza çıktı Demirkubuz film 1930 yıllarda geçen bir hikayeyi anlatıyordu ve çekimleri Safranbolu'da yapıldı, Kıskanmak filmi diğer filmlerine göre daha zayıf bir film oldu ve eleştirmenler tarafından da yoğun eleştiriler aldı, özellikle oyuncu seçimi çok tartışıldı, Berrak Tüzünataç'ı oynatması Demirkubuz sinemasına yakışmayan bir hareket oldu, Kıskanmak'ın ardından 2011'de Yerlatı'yla karşımıza çıkan Demirkubuz bu filmde Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar hikayesinden esinlenmiştir.

C BLOK: Demirkubuzun ilk filmi, bir ilk film olarak değerlendirildiğinde açıkçası Demirkubuz için pek ümit veren bir film değil, çok zayıf bir senaryo ve kötü bir film olmuştu ama dediğim gibi ilk film olduğu için hatalarını ve kusurlarını görmezden gelmesek de eleştiri anlamında daha yumuşak davranıp, yönetmenin diğer filmlerini beklemek lazım diyip bu film hakkında bir şey yazmayalım ama dediğim gibi Demirkubuzun tek kötü filmi bu filmdir.
Demirkubuz bile bu film hakkında en sevmediğim filmim demiştir.

MASUMİYET: Bir insan o kadar kötü bir ilk filmden sonra nasıl bu kadar efsane bir ikinci film çeker bunu İsviçreli bilim adamları bile açıklayamaz bence, ilk filmdeki tüm kusurlarından ders almıştır bu filmde Demirkubuz ve nerdeyse kusursuz bir film ortaya çıkmıştır, oyuncu yönetimi, senaryo, dialoglar hepsi dürt dörtlüktür, Türk sinema tarihinin en iyi 10 filmine çok rahat girer, hatta belki de en iyi 3 filme bile girecek bir kült yapımdır, Haluk Bilginer ve Derya Alabora da bu filmde devleşmişlerdir. benim de başucu filmlerimden biridir senede muhakkak 1 kere bazen 2 kere izlerim bu efsaneyi.

ÜÇÜNCÜ SAYFA: Masumiyetten sonra çekilebilecek en iyi film budur derim, o efsane filmden sonra ne çekilse o filmin gölgesinde kalırdı bu film ise tabi ki bir Masumiyet değil ama Demirkubuzun Türk sinemasındaki dev ayak adımlarının devam ettiğini gösteren bir filmdir, varoş bir semtte geçen hikayede kapı komşusu evli bir kadın ve bekar bir adam arasındaki ilişkiyi anlatır Demirkubuz, senaryosu da oyunculukları da harikadır, Başak Köklükaya adeta oyunculuk dersi vermiştir bu filmde.

İTİRAF: Masumiyetten sonra en sevdiğim Demirkubuz filmidir, Başak Köklükaya ve Taner Birselin başrolünü paylaştığı filmde aldatan bir kadının itirafı ve sonrasındaki olaylar anlatılır, şüphenin bir insanı nasıl delirttiğini bu filmde harika bir şekilde gösterir Demirkubuz, film karanlık üzerine hikayelerin ilk filmidir ve Demirkubuz bu filmde seyirciyi sinemadan tedirgin ederek çıkarmayı başarır.

YAZGI: Camusun yabancı romanından uyarlanan bu filmde, Musa adlı karakterin hayata karşı hiç tepki göstermeden koyduğu tepkiyi izliyoruz, Musa karakterini canlandıran Serdar Orçin de efsane oyunculuğuyla filmi tek başına taşıyor, karanlık üzerine hikayeler üçlemesinin ikinci filmidir.

BEKLEME ODASI: Suç ve Cezayı çekmek isteyen bir yönetmenin Raskolnikovu oynamak için görüşmeye çağırdığı oyuncularla yaptığı tamamen doğaçlama diyaloglardan oluşan film. C Bloktan sonra en kötü filmidir Demirkubuzun, zaten Demirkubuzda bu filmdi çok sevdiği Dostoyevskiye adar, seyirciyi tatmin etmekten çok kendini tatmin etmek için çekmiştir bu filmi. Karanlık üzerine hikayeler üçlemesinin son filmidir ve en kötüsüdür, bu üçlemede en iyi film kesinlikle İtiraftır sonra Yazgı ve en kötü filmde Bekleme Odasıdır.

KADER: Efsane Masumiyet filminin öncesinin çekildiği filmdir, Uğur ve Bekirin gençliğine döner ve tanışmalarını anlatır bu filmde Demirkubuz, tabi ki bir Masumiyet değildir ama onun kadar olmasa da gayet sağlam bir film olmuştur, Masumiyeti çok daha önce çekmesine rağmen, Demirkubuz ilk Kaderin senaryosunu yazmıştır, Uğuru Vildan Atasever, Bekiri Ufuk Bayraktar oynar, tabi ki bir Derya Alabora ve Haluk Bilginer performansı göremeyiz ama iki oyuncu da gerçekten iyi oynamışlardır özellikle Ufuk Bayraktarın kariyer filmi olmuştur.

KISKANMAK: Demirkubuz ilk defa bir filminde 1930'lara gider ve o havayı çok iyi yansıtır, Berrak Tüzünataçı oynatmasını bir talihsizlik olsa da Seniha rolünde izlediğimiz Nergis Öztürkün efsaneleşen performansı Berrakın berbat oyunculuğunu kapatır, bu film senaryo ve kurgu açısından çok iyi olsa da maalesef Demirkubuzun oyuncuyu seçimindeki yanlışlık filme hep gölge düşürmüştür ve düşürecektir.

YERALTI: Demirkubuzun en sinir bozucu filmi diyebilirim, sinemada izlerken perdeye çıkıp o karakterleri yumruklamak istedim hem de bunu 4-5 kere istedim ve ne yalan atayım evde izleseydim kesin televizyon camına yumruk atardım öyle sinirim bozuldu filmi izlerken yani film o kadar inandırıcı o kadar gerçek kurgulanmış ki, oyuncular işlerini o kadar iyi yapmışlar ki insanın sinirinin bozulmaması imkansız, Engin Günaydın kusursuz bir oyunculuk izlettiriyor seyirciye, Nergis Öztürkte Kıskanmaktan sonra döktürmeye devam ediyor, medyada Demirkubuzun bu filmi Nuri Bilge Ceylana ithafen çektiği söylenmişti, Ceylanın Demirkubuzun hikayesini çalıp film yapmasını hiç bir zaman affetmemiştir Demirkubuz ve eskiden çok iyi iki arkadaş olan ikili o olaydan sonra kanlı bıçaklı olmuşlardır.

12 Aralık 2013 Perşembe

NURİ BİLGE CEYLAN


1959'da İstanbu'lda doğan Ceylan, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik bölümünü bitirmiştir ardından Mimar Sinan üniversitesinde 2 sene sinema eğitimi görmüştür, 1995'te KOZA adlı kısa filmiyle sinemaya giriş yapan Ceylan, 1997'de KASABA adlı ilk uzun metraj filmini çekmiştir, 1999'da MAYIS SIKINTISI filmiyle dikkatleri çeken Ceylan Siyad'da en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini kazanmış, Altın Portakal'da en iyi yönetmen, Uluslararası İstanbul film festivalinde Altın Laleyi kazanmıştır. 2002'de çektiği UZAK filmiyle o seneye adeta damga vuran Ceylan Altın Portakalda en iyi film ve en iyi yönetmen ödülünü kazanmış, Cannes film festivalinde ise jüri büyük ödülünün yanı sıra en iyi erkek oyuncu ödülünü başrolde oynayan iki oyuncusuyla paylaşmıştır, bunun dışında bir sürü ödül kazanan UZAK Türk sinemasının da en iyi filmlerinden biri olarak gösterilmektedir, 2006'da İKLİMLER filmiyle başarılarına devam eden Ceylan bu filmde eşiyle beraber kamera önünde de rol almıştır, 2008'de çektiği ÜÇ MAYMUN filmiyle Cannes'da en iyi yönetmen ödülünü kazanan Ceylan adını dünyaya da duyurmuştur, Cannes dışında bir sürü ülkeden de ödül kazanan 3 MAYMUN'dan sonra 2011'de BİR ZAMANLAR ANADOLUDA filmiyle tekrardan Cannes'da jüri büyük ödülünü kazanmıştır Ceylan.

KOZA: Tarkovsky'den esinlenerek çektiği, sinemaya adım attığı filmidir, kısa metrajlı filmde bir kelebeğin kozadan tırtıl olarak çıkıp kelebek olup ölümü anlatılır.

KASABA: Ceylanın KOZA'yı kısa film olduğu için saymazsak ilk filmidir diyebiliriz, normal sinema izleyicisinin bu filmi izleyip sıkıcı dememe ihtimnali yoktur, çünkü gerçekten çok yavaş ve ağır ilerler film ama sinema sanatına dair çok güzel bir örnektir ve ilk film olarak Ceylanın ileride başyapıtlar yapacağının ipuçlarını verir film. Filmde herkes kendi yaşamından da birşeyler bulur kimi zaman boğazı düğümlenir, ayrıca Ceylanın Mayıs Sıkınıtıs ve Uzakla oluşturduğu üçlemenin ilk filmidir.

MAYIS SIKINTISI: Film bizi doğaya aşık eden bir filmdir, rüzgar, ağaç, yaprak seslerini öyle güzel yansıtmıştır ki Ceylan, seyirci kendini doğada zanneder bu filmi izlerken, adındaki sıkıntı kelimesini filmi izlerken seyirciye yaşatır Ceylan, seyirci filmi izlerken bunalır, terler bu filmin kötü olmasından değil tam tersi yönetmenin çok iyi bir film kotarmasından kaynaklanır, film Çanakkale'nin Yenice kasabasında geçer, bu filmde de Tarkovsky filmleri etkisi gözlemlenir.

UZAK: Ceylanın Kasaba ve Mayıs sıkıntısından sonra çektiği üçlemenin son filmidir, Mayıs Sıkıntısının son sahnesinde Yusuf kasabada yapamayacağını anlayıp elinde bavulla yürürken biter, Uzak ise o sekansla açılır, ilk iki film köyde ve kasabada çekilirken Uzak filmi İstanbul'da yani şehirde çekmiştir Ceylan, karla kaplı İstanbulu izleyiciye yaşatan Ceylan, bu filmde fotoğrafçı olmasının avantajlarını da çok iyi kullanmıştır ve İstanbulu tabiri caizse fotoğraflara anlatmıştır bize, senaryo, kurgu, oyunculuklar ve sanat yönetimi o kadar iyidir ki filmde, Cannes bile buna kayıtsız kalamamış jüri büyük ödülünü vermiştir Uzak'a.

İKLİMLER: Ceylanı eşiyle beraber kamera önünde gördüğümüz bu filmde, yönetmenlik kadar başarılı olmasa da kalburüstü bir performans izliyoruz, bu filmde de fotoğraf sanatına doyuyoruz hatta Uzaktan çok daha iyi bir fotoğraflamayla karşı karşıya kalıyoruz, film yaz mevsiminde başlayıp Ağrıda kışın bitiyor, kadın erkek ilişkilerini çok yalın bir şekilde anlatan bu film Ceylanın sinematografisine farklı bir renk katıyor.

ÜÇ MAYMUN: Bu filmde Ceylan diğer filmlerine göre daha canlı bir film çekiyor, senaryo akıyor, izleyici diğer filmlere göre daha az yoruluyor, filmde patronu için hapse giren bir adam, onun eşi ve çocuğunun o hapisteyken yaşadıkları anlatılıyor, basit ama çok çarpıcı bir hikayeye sahip Üç Maymunda insanların bir anda ne kadar değişebileceklerini ve hayatın acımasızlığını çok iyi anlatıyor Ceylan.

BİR ZAMANLAR ANADOLUDA: Ceylanın oyuncu anlamında en kalabalık ve popüler castı diyebiliriz, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel, Fırat Tanış ve Yılmaz Erdoğan'ın oynadığı bu filmde Ceylan kara mizah denemesi yapmış ve bunda da gayet başarılı olmuştur, 150 dakikalık süresine rağmen asla sıkmıyor çünkü filmde oyunculuklar çok güçlü, oyunculuğun iyi olduğu hiçbir film seyirciyi sıkmaz hele o oyuncuları yöneten yönetmen de ustaysa işte o zaman tadından yenmeyen bir film ortaya çıkar. Ceylan sinematografisinin en iyi filmi bence bu filmdir, evet Uzak'a haksızlık etmek istemem ama bence bu film ceylanın ustalık filmidir, daha iyilerini de çekecektir ilerleyen zamanlarda Ceylan ama bu film bence türk sinemasının en iyi 10 filmine her zaman girecek bir baş yapıttır.

REHA ERDEM


1960 senesinde İstanbul'da doğan Erdem Galatasaray Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesini bitirdikten sonra Pariste eğitimine devam etmiştir, ilk filmi A Ay'ı 1988 senesinde çekmiştir, ondan sonra sinemaya uzun süre ara verip reklam filmi yönetmenliği yapmıştır ve 11 sene sonra 1999'da 2.filmi KAÇ PARA KAÇ'ı çekmiştir, 2004 senesinde KORKUYORUM ANNE filmiyle dikkatleri çekmeyi başarmış ve Adana altın kozada en iyi senaryo ödülünü kazanmıştır, 2006'da çektiği BEŞ VAKİT filmiyle kendini iyice ıspatlayan Erdem, Altın kozada en iyi film ve Uluslararası İstanbıul film festivalinde Altın Laleyi kazanmıştır, 2008'de HAYAT VAR ile bir çok ödül kazanan Erdem çoğu eleştirmene göre kariyerinin en iyi filmine imza atmıştır, 2009'da çektiği KOSMOS ile Antalya Altın Portakalda en iyi film ödülünü kazanan Erdem 2013'te çektiği son filmi JİN'le Kürt sorununa değinerek dikkatleri yine üzerine çekmeyi başarmıştır.

A AY: 1988'de çektiği ilk film, film tamamen siyah beyaz çekilmiştir, çoğu kişi Bergman filmlerine benzetir, sıkıcı diyenler de vardır, evet Bergman filmlerine benzer ve evet Bergman filmleri sıkıcysa bu filmde sıkıcıdır ama bence bu filme sıkıcı diyen adam sinemadan anlamayan biridir, film değeri çok sona anlaşılan bir film oldu, 8 sene sonra sinemalarda yayınlandı mesela, Erdem'in en iyi filmi değildir ama kesinlikle ilk film olarak çok başarılı bir yapımdır. Özellikle filmin sonunda Münir Özkul'un italyana konuşması efsanedir.

KAÇ PARA KAÇ: İlk filminden tam 11 sene sonra çektiği bu filmde Erdem dünyanın en büyük gücü olan PARA olgusunu masaya yatırıyor, insanların para için neler yapabileceğini, nasıl değişeceklerini harika bir şekilde anlatıyor, Taner Birsel de harika performansıyla bu filmde döktürüyor, bu filmde İstanbul'a da bol bol yer veriyor Erdem, adeta bu güzel şehre doyuruyor izleyenleri.

KORKUYORUM ANNE: Erdemin en eğlenceli filmidir, sanki filmde değilde mahallemizde hissederiz kendimizi bu filmle, çok içten ve samimi bir filmdir. Erdem'in kendi sinema tarzının biraz dışında olan bu film Erdem sinematografisinin üzerine atılan güzel bir sos gibi düşünülebilir.

BEŞ VAKİT: İnsanın içine işleyen, ruhuna giren, bitmesini hiç istemediği filmlerden biridir, sade, sessiz ama çok etkili bir anlatımı vardır bu filmin, sahneyi çocuklara bırakmıştır Erdem bu filmde, ölümü-doğumu, anne-baba ilişkilerini, aşk, cinsellik ve korkuyu üç çocuğun gözünden 5 ayrı vakitten izletir bize.

HAYAT VAR: İnsanların bu filmi izledikten sonra gerçekten hayat var dediğinden eminim, bu film aslında hayata isyan filmidir, Elit İşcanın efsane performansı da bu filmi çok yukarılara taşıyor, yatalak bir dede, herkese borcu olan bir babayla birlikte yaşayan küçük bir kızın hayata tutunuşu anlatıyor, filmde kullanılan Orhan Gencebay şarkıları da filme değer katan en önemli ögelerden biri. bu film benim en sevdiğim Erdem filmidir ve  bence Erdemin en iyi filmi.

KOSMOS: Erdemin sürrealizmin dibine vurduğu filmidir, ben bu filmi İzmir'de festivalde izlemiştim ve salonda bulunan 30 kişinin en az 25'i bu ne biçim film diye çıkmıştı salondan hatta yarıda bırakıp çıkan da olmuştu ama film Altın Portakal başta olmak üzere bir çok ödül kazandırdı Erdem'e. Karsta geçen filmde Kosmos ve Neptün arasında hiç konuşmadan sadece çığlıklarla yaşanan aşkı izliyoruz. Erdemin normal bir sinema seyircisi için en sinir bozucu, sıkıcı filmi olabilir ama kesinlikle bir baş yapıttır bu film..

JİN: Malum bu aralar açılım sözcüğü çok moda, Erdem de bu filmde açılım hakkındaki düşüncelerini yansıtmış, babası öldürülmüş bir kürt kızının dağlardan kaçıp normal bir yaşama geçmek istemesi ama bunu ona yaklaşan erkekler sayesinde başaramaması anlatılıyor, başarması için hiç bir şart verilmiyor tam tersi ona iyilikle yaklaşan erkeklerin hepsi aslında ona sahip olmaya çalışan şerefsizlik yapan erkekler oluyor. Erdem filmde aslında her iki tarafa da değiniyor, hem Kürtlerin yaşadıkları zorluklar hem devletin problemleri anlatılıyor, bence gayet başarılı bir film olmuş, erdem çoğu kişi tarafından eleştirilse de çok sağlam bir filme imza atmış, Erdem ayrıca bu filmde fotoğraf sanatını da çok iyi kullanmış ve doğayla bütünleştirmiştir izleyiciyi.

TÜRK SİNEMASININ GÜNÜMÜZDEKİ EN İYİ 3 YÖNETMENİ

Türk sinemasının şu an için en iyi yönetmeni kim deseler bir kişi söylemek zor olur, biraz düşününce de aklıma şu 3 yünetmen gelir: Demirkubuz, Ceylan ve Erdem.
Şu anki Türk sinemasının en iyi 3 yönetmeni bence bu üçlüdür.
Gerek çektikleri filmler gerekse o filmlerde avrupada kazandıkları ödüllerle şu an için Türk sinemasını taşıyan ve ayakta tutan 3 yönetmen desem abartmış olmam.
Şimdi kısaca bu 3 yönetmeni tanıyalım ve çektikleri filmlere bir göz atalım

8 Aralık 2013 Pazar

BLACK MiRROR


Uzun zamandır izlemek istiyor fakat bir türlü fırsat bulamıyordum, sonunda o fırsatı buldum ve Black Mirror'u izledim, 2 sezon ve 6 bölümden oluşan bu mini diziyi kesinlikle herkes izlemeli, insanların teknoloji bağımlılığını anlatan ve aslında bunu eleştiren harika bir mini dizi serisi olduğunu söylemeliyim, keşke 2 sezonda bitirmeselermiş dedim 6.bölümü bitirdiğimde ama maalesef bitti.

6 bölüm de gayet güzel mesajlar veriyor aslında az sonra tek tek 6 bölümü de kısaca anlatacağım ama bence en iyi bölüm kesinlikle ilk bölümdü, ilk sezon ikinci sezona göre çok daha iyiydi onu da söylemem gerek, maalesef ikinci sezon bir bölüm dışında beni heyecanlandırmadı, o heyecanlandıran bölüm de 2.sezonun 2.bölümüydü tahmin edeceğiniz gibi.
Neyse şimdi spoiler vermeden 6 bölümü kısaca yorumlayalım.
1.sezon:
1.bölüm: THE NATiONAL ANTHEM:
Yozlaşmış bir toplum ve o toplum baskısıyla bir başbakanın düştüğü durum anlatılıyor, tabi ki toplumun yozlaşmasında internetin büyük etkisinin olduğu da açıkça vurgulanıyor ilk bölümde, benim en sevdiğim bölümde bu bölümdü neden derseniz diğer bölümlere göre çok daha heyecanlı ver gerçekçiydi, dediğim gibi spoiler vermeyeceğim ama youtube ve twitter'ın ne kadar büyük bir güç olduğu bu ilk bölümde çok iyi anlatılıyor.
2.bölüm: FiFTEEN MiLLiONS MERiTS:
Bu bölümde de teknolojinin insanları yalnızlaştırdığından ve mutsuz hale getirdiğinden bahsedilmiş ve bu çok iyi anlatılmış, insanların teknoloji sayesinde daha kalabalık ama daha yalnız oldukları çok iyi anlatılmış ayrıca herkesin sisteme karşı olduğu ama bir fırsatını buldu mu o sistemin nimetlerinden faydalandığını da çok iyi anlatmış bu bölüm.
3.bölüm: ENTiRE HiSTORY OF YOU:
Bu bölüm belki de serinin en dramatik bölümü, bu bölüm insanları resmen teknolojiden soğutmak için çekilmiş bir bölüm diyebilirim, insanların anılarının çöpe atıldığı, doğum anından ölüme dek herşeyin tek tıkla göz önüne geldiği bir teknoloji ve aldatmanın da böylelikle tarihe karıştığ bir teknolojiden bahsediyorum, izleyenler hak verecektir ki kimse bu denli bir teknolojiye hazır değil dünyada, ilerde olur mu bence olur ama ben açıkçacı bu teknolojiyi göremeyeceğim için çok mutluyum, çünkü bu bölümde insanların teknoloji sayesinde birbirlerine olan güveninin tamamen bittiğini görüyoruz.
2.sezon:
4.bölüm: BE RiGHT BACK:
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin bu bölümde olacak şeyin olma ihtimali bence sıfır, yani bu bölüm kesinlikle serinin en zayıf en saçma bölümüydü, ama eğer olabilirse diye düşünürsek ne olursa olsun hiçbirşeyin gerçeği gibi olmadığı gerçeğini bize anlatması açısından bakarsak güzel bir mesaj veriyor bu bölüm.
5.bölüm: WHiTE BEAR:
2.sezonun en aksiyon dolu, en güzel bölümü, teknolojinin gelişmesiyle beraber insanların nasıl robotlaştığını, duyguların nasıl eridiğini ve linç kültürünün her geçen gün nasıl arttığını anlatan çok güzel bir bölüm olmuş, yapılan herşeyin kameralarla insanlara aktarıldığı ve ratinglerin artmasıyla beraber insanların kameralara teslim oluşunu anlatan bir bölüm olmuş, insanların akıllı telofonların kölesi olduğunu ve o telefonların aslında onları yönettiğini anlatan çok güzel bir bölüm olmuş.
6.bölüm: THE WALDO MOMENT:
Teknolojinin siyasette nasıl kullanılabileceğini anlatan, seçim kampanyalarının teknolojik anlamda doğru yönetilmesiyle nasıl etkili olabileceğini anlatan yine insanların ne kadar gerizekalı olduğunu gösteren güzel bir bölümle bitti bu mini dizi, insan bile olmayan sanal bir karakterin binlerce oy alabileceğini ve insanların aslında gerçekten onları temsil edebilecek kişiye değil onları o seçim kampanyasında en çok etkileyen kişiye oy verdiğini anlatması açısından güzel bir bölüm olmuş

6 bölümü kısaca anlattıktan sonra gelelim bu dizinin vermek istediği ana mesajlara:

-Teknoloji geliştikçe insanın yapaylaşması, yalnızlaşması ve bencilleşmesi çok iyi anlatılıyor

-Teknolojinin insanın hayatını kolaylaştıran bir araç olmaktan çıkıp, insanı kendine tutsak eden bir lanet olduğu çok iyi anlatılıyor.

-Teknolojinin dozunda kullanılmasıyla harika bi şey olduğunu ama maalesef insanın teknolojiye bağımlı yaşamasıyla birlikte canavarlaştığı çok iyi anlatılıyor.

-Teknolojinin insanları resmen aptallaştırdığı, beyinsizleştirdiği ve kendi kararlarını alamayacak bireylere çevirdiği çok iyi anlatılıyor.

-Teknolojinin insanlar arasındaki bağı tamamen koparması, insanları sanal bir kahramana dönüştürdüğü ve güven duygusunu bitirmesi çok iyi anlatılıyor.

Kısacası bu mini dizi teknolojinin insanın hayatını nasıl cehenneme çevirebileceğini 6 farklı hikayeyle çok iyi anlatıyor, izlemeyenler en kısa zamanda izlemeli ve izlemeyen arkadaşlarına izlettirmeliler.

ÖDÜL GECESİ: BOSTON, NEW YORK VE LOS ANGELES FİLM ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ


Bu gece sinema ödülleri anlamında hareketli bir gece yaşandı Amerika'da, önce Boston sonra New York ve Los Angeles film eleştirmenleri ödülleri açıklandı, üç ödülde çok önemli ama özellikle Los Angeles film eleştirmenleri ödülleri Oscar öncesi önemli bir kıstas olarak kabul edilir, şimdi 3 birlik hangi film ve oyunculara ödülleri verdi onları yazıp kısaca yorumlarımızı yapalım.
BOSTON FİLM ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ:
En iyi film: 12 Years a Slave
En iyi yönetmen: Steve Mcqueen-12 Years a Slave
En iyi erkek oyuncu: Chiwetel Ejiofor-12 Years a slave
En iyi kadın oyuncu: Cate Blanchett-Blue Jasmine
En iyi yardımcı erkek oyuncu: James Gandolfini-Enough Said
En iyi yardımcı kadın oyuncu: June Squibb-Nebraska
En iyi animasyon: The Wind Rises-Miyazaki
En iyi yabancı film: Wadjda-Arabistan
NEW YORK ONLİNE FİLM ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ:
En iyi Film: 12 Years a Slave
En iyi Yönetmen: Alfonso Cuaron-Gravity
En iyi erkek oyuncu: Chiwetel Ejiofor-12 Years a Slave
En iyi kadın oyuncu: Cate Blanchett-Blue Jasmine
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Jared Leto-Dallas Buyers Club
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Lupita Nyong-12 Years a Slave
En iyi ilk film: Fruitvale Station
En iyi çıkış yapan oyuncu: Adele Exarchopoulos-Blue is the Warmest Color
En iyi yabancı film: Blue is the Warmest Color-Fransa
En iyi animasyon: The Wind Rises-Miyazaki
LOS ANGELES FİLM ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ:
En iyi film: Gravity ve Her
En iyi yönetmen: Alfonso Cuaron-Gravity
En iyi erkek oyuncu: Bruce Dern-Nebraska
En iyi kadın oyuncu: Cate Blanchett-Blue Jasmine ve Adele Exarchopoulos-Blue is the Warmest Color
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Jared Leto-Dallas Buyers Club ve James Franco-Spring Breakers
En iyi yarımcı kadın oyuncu: Lupita Nyong-12 Years a Slave
En iyi yabancı film: Blue is the Warmest Color-Fransa
En iyi animasyon: Ernest&Celestine

3 şehrin de hem fikir olup ödül verdiği tek dal en iyi kadın oyuncu olmuş, Cate Blanchett Blue Jasmine'daki efsane performansıyla 3 şehir tarafından da bu ödüle layık görülmüş, bunun dışında 3 şehrin de hem fikir olduğu dal yok ama 2 şehrin ortak olduğu dal çok, en iyi filmde Boston ve New York 12 Years a Slave de ortak, en iyi yönetmende New York ve Los Angeles Alfonso Cuaron da ortak, en iyi yabancı filmde Blue is the Warmest colorla New York ve Los Angeles, en iyi animasyonda The Wind Risesla Boston ve New York ortak, en iyi erkekte Chiwetel Ejioforla Boston ve New York ortak, en iyi yardımcı erkekte Jared Leto'yla New York Los Angeles ortak, en iyi yardımcı kadında Lupita Nyongla New York ve Los Angeles ortak, ilginç olan ise Boston ve Los Angeles'ın en iyi kadın dışında hiçbir ödülde ortak olmamaları olmuş.

Bu ödüllerin ardından kısaca yorum yapmak gerekirse eğer, Cate Blanchett en iyi kadın dalında nerdeyse rakipsiz ama Los Angeles'ta ödülü paylaştığı Adele Exarchopoulos onu zorlayabilir, Los Angeles'ın Adele'e ödül vermesi gerçekten harika olmuş bu onun önünü açacaktır Oscar yarışında, en iyi filmde 12 years a Slave yarışı hala önde götürmekte, en iyi erkek ve en iyi yardımcı kadında herşey olabilir ama en iyi yardımcı erkekte Jared Leto önde gözüküyor, en iyi yabancı filmde her ne kadar Oscar'a aday olmasa da Blue is the warmest Color ödülleri süpürmeye devam edecek gibi gözüküyor ve hakkı da gerçekten 2013'ün en iyi filmi kesinlikle Blue is the Warmest Color'dur.

Her ne kadar bu 3 ödül önemli olsa da daha Oscar için şu kazanır demek çok yanlış olur, daha çok su akacaktır bu nehirden ama yine de ödüllerin açıklanması her zaman sinefilleri heyecanlandırır, bakalım önümüzdeki günlerde diğer şehir eleştirmenleri ödüllerini kimlere verecek, izleyip göreceğiz.

4 Aralık 2013 Çarşamba

NEW YORK FiLM ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ


Aralık ayının gelmesiyle sinemada da ödül sezonu açılmış oldu, senenin ilk önemli ödülleri dün gece New York Film eleştirmenleri tarafından dağıtıldı, New York'un verdiği ödüller genelde Oscar yarışında önemli olduğu için merakla bekleniyordu, şu an için Oscarın en önemli favorisi 12 Years a Slave geceden eli boş döndü, en iyi film ödülünü David O. Russell'ın yönettiği American Hustle kazandı.

En iyi Yönetmen ise 12 Years a Slave'in yönetmeni Steve McQueen oldu.

Diğer kazananlar ise şöyle sıralandı:

En İyi Erkek Oyuncu: Robert Redford-All is Lost
En İyi Kadın Oyuncu: Cate Blanchett-Blue Jasmine
En İyi Yardımcı Erkek: Jared Leto-Dallas Buyers Club
En İyi Yardımcı Kadın: Jennifer Lawrence- American Hustle
En İyi Senaryo: American Hustle
En İyi Sinematografi: Inside Llewyn Davis
En İyi Belgesel: Stories We Tell
En İyi İlk Film: Fruitvale Station
En İyi Animasyon: The Wind Rises-Hayao Miyazaki
En İyi Yabancı Film: Blue is the Warmest Color-Fransa

3 Aralık 2013 Salı

Romandan Sinemaya uyarlanan en iyi 20 film


Dün gece twitter’da sohbet ederken, romanlardan sinemaya uyarlanan filmlerden konu açıldı, bu gece için söz verdim en iyi 10 uyarlamayı yazmak için ama sonra düşündüm bunu twitter’a yazacağıma bloğa yazayım ve 10 yerine 20 yapayım, daha mantıklı geldi bu fikir ve şimdi size en iyi 20 uyarlamayı yazıyorum.

Sıralama en iyiden kötüye diye değildir, benim en sevdiğimden en az sevdiğime göredir.

1- One Flew Over The Cuckoos Nest-1975:
1975 senesinde Ken Kessey’in romanından sinemaya uyarlanan ve Türkçeye Guguk Kuşu diye çevrilen film, Jack Nicholson’un devleştiği ve efsane haline geldiği bir filmdir, en iyi film oscarının yanında en iyi yönetmen, erkek ve kadın oyuncu Oscarlarını da kazanmıştır.

2- Schindler’s List-1993:
1993 yapımı film Thomas Koneally’nin romanından sinemaya uyarlanmıştır, usta yönetmen Steven Spielberg’in çektiği film en iyi film dahil 7 oscar kazanmıştır.

3- The Shining-1980:
1980’de Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlanan film, gerilim sinemasının en başarılı örneklerinden biridir, Stephen King’in romanına sadık kalarak çekilen filmde Jack Nicholson efsane oyununa rağmen Oscar kazanamamıştır.

4- Doctor Zhivago-1965:
Boris Pasternak’ın romanından sinemaya uyarlanan filmde Bolşevik devrimi ve onun izleri anlatılıyor, usta yönetmen David Lean’in çektiği film tam 5 oscar kazanmıştır.

5- Apocalypse Now-1979:
Joseph Conrad’ın romanından sinemaya aktarılan filmde Vietnam savaşı sırasında Kamboçya görevi anlatılır, usta yönetmen Francis Ford Coppola’nın yönetmenliğini yaptığı filmde Marlon Brando’nun son 15 dakikadaki performansı akıllara kazınmıştır.

6- The Godfather-1972:
Mario Puzo’nun romanından yine Francis Ford Coppola tarafından sinemaya aktarılan film eleştirmenler tarafından yapılan, gelmiş, geçmiş en iyi filmlerde genelde 1. sırada gösterilir, film en iyi film dahil 3 oscar kazanmıştır bunlardan biri de en iyi aktör rolünde Marlon Brando’dur.

7- Fight Club-1999:
Chuck Palahniuk’un romanından David Fincher tarafından sinemaya aktarılan ve kısa sürede kült filmler arasına giren Fight Club’ın hiç Oscar kazanamaması büyük şaşkınlık yaratmış ve eleştirilmişti.

8- Requiem for a Dream-2000:
Hubert Selby’nin romanından Darren Aronofsky tarafından sinemaya aktarılan film, uyuşturucu ve zayıflama hapları yüzünden dağılan bir ailenin dramını anlatıyor.

9- The Silence of the Lambs-1991:
Thomas Harris’in romanından sinemaya aktarılan filmde bir seri katilin genç bir Fbi ajanı tarafından yakalanması anlatılıyor, film en iyi film dahil 5 oscar kazanmıştır, en iyi kadın rolünde Jodie Foster, en iyi erkek rolünde Anthony Hopkins oscarı kazanmıştır ayrıca Jonathan Damme de en iyi yönetmen oscarını kazanmıştır.

10- Blade Runner-1982:
Phillip Dick’in romanından sinemaya aktarılan ve gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu filmlerden biri olan Blade Runner efsane yönetmen Ridley Scott tarafından çekilmiştir.

11- The Unbearable Lightness of Being-1988:
Milan Kundera’nın romanından beyaz perdeye aktarılan film 1968 senesinde geçiyor, Philip Kaufman tarafından yönetilen filmde Daniel Day Lewis çapkın genç doktoru canlandırıyor.

12- Trainspotting-1996:
Irvine Welsh’in romanından sinemaya aktarılan filmi Danny Boyle çekmiştir, uyuşturucu batağında olan Britanyalı gençleri anlatan film kısa sürede kült filmler arasına girmiştir.

13- The Prestige-2006:
Jonathan Nolan’ın romanından kardeşi Christopher Nolan tarafından sinemaya aktarılan filmde iki rakip sihirbazın mücadelesi anlatılıyor, Christian Bale ve Hugh Jackman’ın başrollerini paylaştığı filmde güzeller güzeli Scarlett Johansson da onlara eşlik ediyor.

14- The Girl with the Dragon Tattoo-2009:
İsveçli yazar Stieg Larsson’un romanından sinemaya aktarılan film o kadar başarılı olmuştur ki Hollywood tarafından remake’i yapılmıştır, her ne kadar Hollywood versiyonu çok başarılı olsa da bence orijinal İsveç yapımı film izlenmelidir.

15- Perfume: The Story of Murderer-2006:
Andrew Birkin’in romanından beyaz perdeye aktarılan filmi Tom Tykwer çekti, bir seri katilin öldürdüğü kadınların vücutlarından parfüm yapmasını konu alan film, en iyi cinayet filmlerinin başında gelir.

16- American Psycho-2000:
Easton Ellis’in romanından sinemaya uyarlanan filmde New York’lu zengin bir işadamının geceleri psikopata bağlayıp cinayetler işlemesi anlatılır. O psikopatı Christian Bale çok iyi canlandırmış ve bu filmden sonra Hollywood un A Class oyuncuları içine girmiştir.

17- No Country for Old Men-2007:
Cormac Mccarhty’nin romanından sinemaya aktarılan filmde Coen kardeşler en sonunda o çok istedikleri oscara kavuştular, film en iyi film ve yönetmen dahil tam 4 oscar kazandı.

18- Great Expectation-1946:
Charles Dickens’ın romanından sinemaya uyarlanan film 1946,1998 ve 2012 olmak üzere 3 kere çekilmiştir ama en iyi uyarlama 46 senesinde David Lean’in uyarlamasıdır.

19- All Quiet on the Western Front-1930:
Erich Maria Remarque’ın romanından sinemaya aktarılan ve en iyi savaş karşıtı filmler sıralamasında her zaman ilk 3’e başaran film en iyi film ve en iyi yönetmen oscarlarını kazanmıştır.

20- Lord of the Rings-2001:
J.R.R Tolkien’in romanından Peter Jackson tarafından sinemaya aktarılan film üçleme olarak karşımıza çıkar 2001’de Fellowship of the Rings, 2002’de The Two Towers ve 2003’de Return of the Kings üçlemesiyle dünya çapında kendine büyük bir hayran kitlesi oluşturmuştur. Fellowship of the Rings 4, The Two Towers 2 ve  2003’de çekilen Return of the Kings ise en iyi film dahil 11 oscar kazanmıştır.