7 Eylül 2014 Pazar

COMO


Sabah erkenden kalktık ve Comoya gitmek için Milano central tren istasyonuna gittik, ordan hızlı trenle 30 dakika süren yolculuk sonra Comoya indik, bilen bilir Como Gölü dünyaca meşhur bir göl olup, başta George Clooney olmak üzere Brad Pitt, Angelina Jolie, Madonna gibi yıldızların evlerinin olduğu dünya harikası bir yer, Como çok küçük ama küçüklüğüyle ters orantılı şekilde büyüleyici bir yer, o göl gerçekten muhteşem, bildiğimiz göllerden asla değil, iki vadi arasında ve inanılmaz büyüleyici bir manzara, Comoyu ve tabi gölünü kuş bakışı incelemek için fünikülerle yaklaşık 8 dakika süren bir tırmanış yapıyoruz, kişi başı 5 euro gibi cüzi bür ücretle dünyanın en güzel manzaralarından birine şahitlik ediyorsunuz, yaklaşık 1 km çıkıyorsunuz, çıktığınız yerin adı Brunatte, Comoya kuş bakışı bakan çok güzel bir köy, Brunateye çıktıktan sonra vücut o yüksekliğie alışmak için 3-4 dakika bocalıyor ama sonra bol oksijenli yüksek rakımlı ve muhteşem manzaralı brunateye alışıyorsunuz.

Fünikülerle çıkmadan önce biz bira aldık manzaraya karşı içmek için, kesinlikle tavsiye ederim çünkü çok büyük bir keyif, fünikülerden indikten sonra yaklaşık 10 dakika yürüyoruz çünkü sadece bir yer var o manzarayı keyifle izleyebileceğiniz, evler hep kapmış ve kapatmış manzarayı, 10 dakika kır yürüyüşü yaptıktan sonra o aşık olacağınız manzarayı tüm çıplaklığıyla göreceğiniz yere geliyorsunuz, bir bank var oraya oturup manzarayı ağzımız açık bir şekilde izlemeye başladık, karşımızda da üstünde ciddi bir şekilde kar olan alpler, bir göle bir alplere bakıyor, baktıkça büyüleniyorum, zaten Comonun karşısı Lugano İsviçre, Como İtalyanın sınırı ordan sonra İsviçre yürüyerek 30 dakika, çıktığımız yer o kadar yüksek ki bir ara üstümüzden kartal geçiyor evet kartal, bildiğimiz kartal, ilk defa bir kartal görmüş oluyorum böylelikle, tüm heybetiyle üstümüzde iki üç tur attıktan sonra uzaklara doğru yol alıyor, canlı canlı kartal fotoğraflamayı da başarıyoruz böylelikle, öyle büyük bir kartaldı ki gelip beni kaldırsa çok rahat kaldırıp götürebilirdi o yüzden açıkçası korkmadım da değil, çünkü istese gerçekten yapardı bunu, kartal gittikten sonra manzaranın büyüleyiciliğine elimizdeki biraları da açarak kapılıyoruz, yaklaşık bir buçuk saat manzara eşliğinde oturup bol bol fotoğraf çekiyoruz ve artık inip Comoyu keşfetme vaktimizin geldiğini anlayıp istemeyerek de olsa o harika manzaraya veda edip, fünikülerle aşağı inip, Como gölünü gezmeye başlıyoruz, fünikülerden sonra bu sefer de vapur turuyla Como gölünün tadını çıkaralım dedik ve 1 saatlik vapur turu için sıraya geçtik 9 euro karşılığında 1 saatlik Como gölü vapur turuna katıldık, öyle güzel bir turdu ki eğer Comoya giderseniz mutlaka bu turu alın derim ki almamak zaten çok saçma olur, o 1 saat hiç bitmesin istedim açıkçası çünkü o cennet gölün içinde vakit maalesef çok hızlı geçiyor her güzel şeyde olduğu gibi, vapur turuda bittikten sonra bu sefer Comonun içine keşfetmek için gezmeye başladık.

Como duomosuna gittik her ne kadar bir Milano ve Floransa duomosu olmasa da ufak ama güzel bir dumoydu Como duomosu da, baya bi gezdikten sonra dönüş vaktimizin de yaklaşmasıyla Comoda bir yemek yemeden dönmeyelim dedik ve duomonun tam karşısındaki restoranda makarnalarımızı yiyip biralarımızı içerek keyif yaptık, İtalyadaki en kötü yemeğimizi yedik diyebilirimi hem hizmet çok kötüydü hem de yemekleri beğenmedim açıkçası, he bi de İtalyan içkisi olan grappe içtim, içkiyi seven ve hemen hemen her içkiyi içmiş biri olarak söylemek gerekirse grappe cidden çok saçma bir içki, inanılmaz ağır bi kere keyif alamıyorsunuz içerken, ve tadı da berbattı, denedim evet ama bir daha içeceğimi sanmıyorum. yemeğimizi de yedikten sonra Como tren garına gidip trenimize binerek milanoya geri döndük, harika bir gün geçirdik Comoda, bi kez daha gelir miyim, evet kesinlikle gelirim üstelik bu sefer günübirlik değil gece konaklamalı gelirim Comoya.

MİLANO



1.gün:
Floransadan hızlı trenle Milanoya geçtik yaklaşık 1 saat 20 dakika süren yolculuktan sonra Milano centrale tren istasyonuna geldik, Milano Romaya göre çok daha büyük bir şehir ve Romada 2 tane metro hattı varken Milanoda tam 4 metro hattı var, metrosu çok geliştiği için de şehir büyük olmasına rağmen her yere metroyla gidebiliyorsunuz. 

Central istasyonunda indikten sonra otelimizin olduğu yere Ca Granda metro istasyonuna doğru yol aldık tabi önce Milanoda 2 gün boyunca kullanabileceğimiz metro kartı aldık, otelimizin olduğu yer merkeze uzak olsa da metroyla aktarmalarla çok rahat ve hızlı bir şekilde gittik, bizim Milanoya geldiğimiz gün İtalya liginin açılışı vardı ve Milan(benim Beşiktaştan sonra en sevdiğim takımdır)-Lazio maçı vardı, bu büyük şansı kaçırmak istemedik ve otele yerleşir yerleşmez Milan-Lazio maçını izlemek için tarihi San Siro stadına gittik. San Siroya da metro yapılıyor ve bitmek üzere, bitince ulaşım çok daha kolay olacak stada ama yine de biz çok rahat ulşatık, lotto metro istasyonunda indikten sonra 10 dakika yürüme mesafesinde San Siro, bir futbol tutkunu olarak en büyük hayallerimden biriydi o statda bir Milan maçı izlemek ve bunu gerçekleştirdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum, bileti stad gişelerinden 50 euroya aldık, ve Milanın yeni sezon formasını da alarak stada girişimizi yaptık, stad gerçekten çok büyük ve tarihi bir stad yaklaşık 80 bin kişi alıyor, rakipte güçlü Lazio olunca stad tamamen dolu olmasada ilgi büyüktü maça, Milanın efsane taraftar grubu CurvaSud kale arkasında inanılmaz bir destek veriyor takımlarına, aynı bizim çarşı gibi, hiç susmadan 90 dakika takımı ateşliyorlar. kapıların açılması için dışarda beklerken gözlemlerim oldu, bizdeki ve avrupadaki taraftarlık anlayışıyla ilgili, onlar bu olaya kesinlikle kültürel bir aktivite olarak bakıyorlar, 70 yaşındaki amca eşini alıp geliyor, 6 yaşındaki çocuğunu kucaklayıp hamile karısıyla da maça geliyor insanlar, ne gürültü var stad dışında ne arbede ne de bir karışıklık, alkol de serbest bu arada, stada yakın cafelerde bira satılıyor, kapıların açılmasını beklerken biramızı da rahat rahat içtik. kapılar açıldı ve rahat rahat maça girdik, aramızda Lazio taraftarları da vardı bu arada, düşünsenize Galatasaray-Fenerbahçe maçında Galatasaray tribününde Fenerbahçe formalı birisinin olmasını, sanırım ordan sağ çıkamaz o kişi ama avrupada öyle değil, münferit olarak rakip takım formasıyla gelip maçını çok rahat izleyip takımına destek verebiliyorsun. maça girdik maç başladı, çok zevkli bir maç oldu bizim şansımıza, maçı 3-1 kazandı Milan, Lazio bir de penaltı kaçırdı, şu an için erken belki ama Milan sanki bu sene geçen seneki hayalkırıklığından sonra epey toparlanmış, en kötü ikinci olurlar diye düşünüyorum. maç bittikten sonra yaklaşık 60 bin kişi bir anda çıktı staddan, hiç beklemeden herkes yürüyerek rahat rahat çıktı, kimi motoruna kimi arabasına bindi çoğunluk da metroya yürüdü, ben de en büyük hayallerimden birini gerçekleştirmenin verdiği mutlulukla otele doğru yol aldım, otele gittik ve maçta yorulduğumuz için otel civarında takıldık, merkeze inmedik ilk gün, ikinci gün erken kalkıp Milanoyu keşfe çıkacağımız için erkenden uyuduk.

2.gün:

Sabah erkenden kalkarak Milano merkeze gitmek için metroya bindik, Milanonun merkezi Duomo yani Milano katedralinin olduğu yer, Floransadaki duomonun nerdeyse 3 katı büyüklükte muhteşem bir Duomosu var Milanonun, şehrin merkezinde tüm şatafatıyla duruyor, o yapıyı bir insan nasıl yapmış, gerçekten hayret ediyorsunuz görünce. başlangıcından bitişine tam 500 yıl sürmüş inşaatı duomonun, gerçekten inanılmaz bir yapı, bence kesinlikle dünyanın 7 harikasından biri olmalı, duomoyu gezdikten sonra dünyanın en eski avmsi olan Galleria Vittorio Emanueleye gittik hemen yanında duomonun orası da gerçekten çok tarihi bir yapı, içinde İtalyanın en lüks markaları var, sadece bakmakla kalıyorsunuz yani ordan sonra duomonun karşısında istiklal caddesi tarzında uzun sağlı sollu mağazaların olduğu bir cadde var aynı zamanda restoran ve kafelerde var, orada restoranların birinde oturup pizza yedik yanında da portakal suyu içelim dedik, hesap geldiğinde gerçekten gözlerimize inanamadık bir portakal suyu 12 euroydu yani 36 tl, sanırım Türkiyenin en pahalı en lüks restoranında bile 36 tl ye portakal suyu içemeyiz, Milano işte böyle pahalı bir şehir, ordan kalktıktan sonra tekrar Milanoyu gezmeye devam ettik, İtalyanın tüm lüks markalarını bulabileceğimiz 7 katlı La Rinascente adlı avmye girdik, girmez olaydık, ykm tarzı bir avm olan La Rinascentenin her katında İtalyanın en lüks markaları Prada, Dolce Gabbana, Armani vsvs tarzı markalar var ve fiyatları görünce dedim ki içimden dünyada ne zenginler varmış be, fiyatlar öyle uçuk fiyatlardı ki mesela bir çanta 20 bin euro eder mi? ediyormuş, bu sadece en basit bir örnek başka bir örnek vermek gerekirse 300 euroya su alabiliyorsunuz o avmden mesela, işte öyle bir avm, insanın siniri bozuluyor kısacası :) . 

Oradan çıktıktan sonra gece Milano alemlerine akmak için enerji depolamaya otele döndük, Milanoda aperativo diye bir kültür var sadece içnkini alıyorsun yemekler bedava oluyor, orda kaldığımız 3 gün boyunca çok denk geldik ama yapmadık nedense, oysa bence çok zevkli olabilirdi, içkini alıyorsun ve sınırsız yemek yiyorsun sadece içkiye para ödüyorsun sınırsız yemek dediysem de aperatifo adı üstünde aperatif şeyler oluyor o yemekler, ama karnın doyuyor sonuçta, bence çok keyifli bir kültür ama nedense yapmadık bunu 3 gün boyunca, otelde dinlendikten sonra Milanonun en güzel caddelerinden biri olan Corso Comoya gitmeye karar veriyoruz, Corso Como turistin az olduğu, gece kulüplerinin ve restoranların olduğu, oldukça kalabalık bir cadde, ve gece 2’ye kadar nerdeyse full oluyor ki biz hafta içi gittik ona rağmen doluydu, orda İtalyada yediğim en iyi makarnayı yedim bol parmesanlı spagetti gerçekten tadı damağımda kaldı, hafta içi olması nedeniyle gece kulüpleri o kadar dolu değildi ve bir kaçı da kapalıydı sabah da erkenden Comoya gideceğimiz için fazla kalmadık otele döndük. İtalyada son metro gece 00.00’da o saatten sonra eve ya da otele dönmek için tek araç taksi, taksiler 6 eurodan açılış yapıyor ve kırmızı ışıkda bile deli gibi atıyor, taksi cidden çok pahalı anlayacağınız, mecbur kalmadıkça binilmemesi gereken bir araç.

3.gün: COMO yazısında

4.gün:

Aslında Milanoda 3 gün kalacaktık öyle hedeflemiştik geziye başladığımızda ama son gün aklımıza buraya kadar gelmişken o ünlü İtalyan markalarının outleti olan Foxtown’a gitmemek olmaz dedik, Foxtown tüm ünlü İtalyan markaların %50-80 indirimle satıldığı bir outlet İsviçre sınırında Luganoda bulunuyor ve oraya sizi zani viaggi acentası 20 euroya getirip getiriyor, internetten zani viagginin sitesinden biletimizi aldık, sabah 12’de zani viagginin önünden kalkıyor otobüs, zani viaggi cairoli metro istasyonunda indikten sonra yürüme mesafesiyle 4 dakika uzaklıkta, otelden check outlarımızı yaptık, bavullarımızı bavul odasına bıraktık, kişi başı 15 euro şehir vergisini otele ödedik ve otelden çıktık, Milanoda ağustos hariç her ay kaldığın gün başına 5 euro şehir vergisi ödüyorsun, sadece ağustosta bu vergi 5’ten 3’e düşüyor, yani Milano diyor ki beni gezmeye geliyorsan bu vergiyi ödeyeceksin, Roma ve Floransada da ödedik ama Roma da 3 euro, Floransada da 2 euro ödemiştik, Milano her anlamda pahallı bir yer vergisi de pahallı maalesef, vergimizi ödeyip rahatladıktan sonra metroyla otobüsün kaltığı yere gittik, 12 de kalkan otobüs 1’de Foxtowna vardı, Foxtowna giderken Comonun üstünden de geçiyorsunuz ve o harika Como gölünü görme şansına ulaşıyorsunuz.

Foxtowna vardıktan sonra akşam 7’ye kadar vaktimiz vardı ve açıkçası oraya büyük umutlarla gitmiştik, %80’ varan indirimler sayesinde güzel şeyler alacağımızı düşünüyorduk ama öyle olmadı maalesef, evet baya sağlam indirimler vardı ama fiyatlar o kadar yüksek ki 20 bin eurodan 10 bin euroya iniyor ya da 5 bin eurodan 3 bin euroya yani öyle ucuza bi şeyler alalım diye Foxtown’a gitmek cidden tamamen vakit kaybı, bi de saat 1’den 7’ye kadar mağazaları gezip, arap ve uzak doğulu turistlerin ellerine sığmayan çantaları görerek iç geçirdik, 7’de otobüsümüze bindiğimizde herkesin elinde 4-5 çanta vardı, Prada’dan Salvatore Ferragamoya, Dolce Babbana’dan Tods’a araplar herşeyi almıştı maşallah, e para bol olunca insan nereye harcayacağını şaşırıyor tabi, Milanoya vardıktan sonra otele gidip bavullarımızı aldık ve Malpensa havaalanında dönüş için yola koyulduk, Milano centralden 10 euroya Malpensa havaalanına otobüs var, yaklaşık her 20 dakikada bir kalkıyor ama son otobüs 23’te, 23’ten gece 4’ kadar otobüs yok, 4’te tekrar başlıyor otobüs seferleri, Milano hava alanı şehre baya uzak, hiç trafik olmadan non stop basarak 1 saatte gittik havaalanına, havaalanında 2 terminal var biri iç hat diğeri diş hat terminali, iki terminal arasında da 15 dakikalık mesafe var eğer yanlışlıkla diğerinde indiyseniz taksiye binmek zorundasınız, havalanına vardığımızda her yer kapalıydı, sanki terk edilmiş bir havaalanı gibi, ilk uçak sabah 6.20’de olduğundan sanırım ne kontuarlar açıktı ne de herhangi bi restoran, kafe, ve heryerde insanlar uyuyordu, türkiyede böyle bir sahneyle karşılaşmadığımız için biraz şaşırdım açıkçası, her yer kapalıydı ama termianlin her yerinden free wifi vardı ve fiş, benim de istediğim oydu zaten, telefonu sarja takıp sabah 5’e kadar nette dolaştım, sabah 5 gibi her yer yavaş yavaş açıldı ve 6.45’te Türk hava yollarının tk1878 seferiyle istanbula döndük.

Roma, Floransa, Milano ve Como’dan oluşan İtalya tatilimiz çok iyi geçti, çok gezdik, yedik, içtik ve eğlendik ama İtalyada daha gezilmesi gereken çok yer var ve bunların başında da Portofino geliyor, sanırım ben mayıs gibi uçağa atlar 3 gece kalmak için İstanbul’dan Genova’ya geçer ve Portofino başta olmak üzere, Cinque Terre yapıp içinde kalan Portofino hasretini gideririm.

FLORANSA


Romada geçirdiğimiz 3 gün sonrasında Roma terminiden hızlı trenle Floransaya geçtik, hızlı trenle 1 saat 30 dakikada Floransaya varıyorsunuz. S.Maria Novella tren istasyonunda indikten sonra taksiyle otelimize geçtik, otele yerleştikten sonra hemen hazırlanıp Floransayı gezmeye başladık, zaten 1 gün kalacağımız Floransada vakit nakittir mantığıyla hemen başladık gezmeye, Floransa çok küçük ama küçük olduğu kadar da büyüleyici bir yer, hayran kalmamak elde değil, otelimiz Dumoya çok yakındı Duomoyla Galleria Della Accademia arasındaydı, önce David heykelinin olduğu akademiye gittik ordan Duomoya geçtik, Floransa küçük Duomo da tam tersi çok büyük bir yapı o yüzden Floransanın her yerinden görülebiliyor, Duomoyu gezdikten sonra San Lorenzo şapeline gittik ordan da tren istasyonunun yanındaki Di Santa Maria Novellayı görmeye gittik, ardından Palazzo Strozziye geçip orayı gezdik oradan Floransanın en büyük meydanı olan Piaza Della Repubblicaya geçtik.

Gilli cafede tiramisu yedik ki kesinikle tavsiye ederim İtalya tatili boyunca yediğim en güzel tiramisuydu, Repubblica meydanı Floransanın en güzel yerlerinden biri kare şeklinde cafe ve restoranlarla çevrili ortasında atlı karınca var ve en önemlisi Gilli cafenin solunda Hard Rock Firenze var, Gilli de tiramisumuzu yedikten sonra ünlü Uffizi müzesine geçtik, orada da inanılmaz sıra vardı ve eğer girecekseniz internetten bilet almanız gerekir aynı Vatikan gibi, ama biz zaten bir gün kalacağımız için içine girmedik önünden geçip Palazzio Vecchioya gittik, Vecchio sarayının hemen yanında Piazza Della Signora var, o meydanı da gördükten sonra Floransanın en önemli simgelerinden biri olan Ponte Vecchio yani Vecchio köprüsüne gittik, Arno nehrini şehre bağlayan 5 köprüden en önemlisi olan tarihi Vecchio köprüsü gerçekten çok güzel bir yapı, Floransaya gidip kesin görmelisiniz demicem çünkü zaten göreceksiniz. Ponte Vecchiodan geçip Santo Spirito kilisesini görmeye gittik, gittiğimizde düğün vardı içeride, düğüne de şahit olmuş olduk, ordan sonra Palazzio Pittiye gittik, gerçekten devasa bir saraydı Palazzio Pitti, Pitti sarayını gördükten sonra Hard Rock cafeye gidip demlenerek güneşin batma anını bekledik, çünkü Floransada güneşin batışını izlemek için mutlaka ama mutlaka Michelangelo meydanına gitmeniz gerekiyor, biz de birer bira içip dinlendikten sonra Michelangelo meydanına gitmek için yola koyulduk, ciddi şekilde yokuş ve merdiven çıkarak gidiliyor Michelangelo meydanına o yüzden taksiyle gitmekte fayda var açıkçası yani bilseydim o kadar tepede olduğunu kesin taksi tutarak giderdim ama çıktıktan sonra o yorgunluk bir anda bitiyor, tüm Floransa ayaklarınızın altında kalıyor, enfes bir manzara, o manzaraya karşı bir bira alarak oturduk ve güneşin batışını izledik, gerçekten o an belki de İtalya tatilimizin en keyifli anıydı, tüm Floransayı ayaklarınızın altına alarak güneşin batışını izlemek gerçekten çok güzeldi.

O güzel manzarada güneşi de batırdıktan sonra Piazza Della Repubblicaya tekrar gittik ve şu çok övülen meşhur Floransa steak yemek için Gillinin tam karşısındaki restorana oturduk, açık söylemek gerekirse o çok övülen Floransa steaki beğenmedim ben, yani güzeldi ama o kadar çok övülmüştü ki belki de çok büyük beklentiyle gittiğim için biraz hayal kırıklığına uğramıştım, steakleri yiyip karnımızı da doyurduktan sonra tekrar hard rock cafeye gidip içkilerimizi içerek yoğun ve yorucu Floransa gezisini sonlandırdık ve ardından otele geçerek sabah Milanoya gitmek için uyuduk ve sabah tren istasyonundan hızlı trene binerek Milanoya geçtik. Floransaya bir gün yeter mi sorusuna gelirsek bir gün gezmek için yeter ama hızlı ve yorucu bir gezi olur o gezi ayrıca Uffizi ve Akademi galerilerini de gezemezsiniz, o yüzden Floransa için 2 gün gerekiyor hem doya doya gezmek hem de tadını çıkarmak için Floransada mutlaka 2 gün kalmak gerekiyor.

ROMA


Çok uzun zamandır gitmek istiyordum İtalya’ya dünyada en çok görmek istediğim yerlerden biriydi, geçen sene niyetlenmiş gidecekken bir kaç problem çıkmış gidememiştim, bu seneye gitmekmiş kısmet, 8 gece 9 gün kaldım İtalya’da, 3 gün Roma, 1 gün Floransa, 4 gün de Milano’da kaldım, Milano’da 4 gün kaldım ama 1 gün Como’da 1 gün de İsviçre sınırında outlette geçti, 1 gün de Milan maçına gidince aslında Milano 1 gün diyebiliriz.

İnanılmaz keyifli bir geziydi ama italya daha bitmedi gezilecek çok yeri var mesela ilk fırsatta Genova’ya gidip ordan Portofino’ya geçicem, bi ara Sicilya’yı mutlaka göreceğim ve tabi ki Napoli, Venedik, Bologna da görülmesi gereken diğer yerler. italya benim için çok farklı ve o farklı ülkenin gezilmesi gereken çok yeri var, bi yerden başlamak lazım gerisi gelir derler ya biz bi yerinden başladık, bakalım gerisi de elbet gelir ilerde.

ROMA:

Roma’da 3 gün kaldık, aslında hakkı 4 gün ama 3 günde de eğer insan dışı bir şekilde gezerseniz gezebiliyorsunuz tüm Romayı

1.gün:

THY’nin sabah 08.15 TK1861 seferiyle Romaya gittik, yaklaşık 2 saat 30 dakika süren uçuştan sonra Romanın Fiumicino havaalanına vardık, havaalanında 5 euro vererek otobüsle Romanın tüm trafik hattının birleştiği termini tren istasyonuna gittik, termini hem çok kalabalık hem de çok yoğun olduğundan hırsızlık olaylarının çok fazla yaşanabileceği bir yer ama dikkatli olursanız bir şey olacağını sanmıyorum, otelimiz manzoni metro istasyonuna çok yakın olan hotel Mintondu, baştan söylemek gerekirse eğer otelden çok memnun kaldık, Romaya bir daha gidersem yine orda kalırım, kahvaltısı süperdi, metorya çok yakındı, çalışanları çok samimiydi, resepsiyonistleri çok yardımcı oldu. 

Romada iki metro hattı var kırmızı ve mavi hat, ikisi termini de birleşiyor, bizim otelin hattı ana hat olan kırmızı hattı, terminiden 2 durak sonra manzoniden inince direk karşınıza hotel minton çıkıyor, yer olarak da elit bir yer manzoni. terminide indikten sonra ilk işimiz Roma pass almak oldu, 2 çeşit roma pass var 48 ve 72 saatlik, biz 48 saatliğinden aldık, 48 saatliğinde tüm metro, otobüslere sınırsız biniş ve 1 müze bileti bedava oluyor, 72 saatlikte artı olarak bir yerine iki müze bileti bedava, 72 saat çok gereksiz boşuna 8 euro fazla vermeye gerek yok bence o yüzden 48 saat ideal. 

Roma passimizi aldıktan sonra metroyla manzoniye geçip otelimize yerleştik, resepsiyonist Roma turistik haritası çıkarıp kaç gün kalacağımızı sordu ve 3 günde gitmemiz gereken yerleri işaretledi, ben de Romaya gelmeden önce gitmemiz gereken yerleri yazmıştım, resepsiyonistte benim yazdıklarımın aynısını işaretledi. otele yerleşir yerleşmez zaten 3 günümüz olduğundan hemen gezmeye başladık, ilk durağımız İspanyol Merdivenleriydi, oraya gitmek için spagna metro durağında inmeniz gerek, metrodan indikten sonra zaten karşınıza çıkıyor Trinita Dei Monti(ispanyol merdivenleri) hemen hemen her milletten insan görebileceğiniz adeta ufak birleşmiş milletler ispanyol merdivenleri ve çok keyifli orda oturmak, oturup biranızı açıp etrafı izlemek, sohbet etmek, dinlenmek için ispanyol merdivenleri gerçekten harika bir yer, Romaya çok farklı bir hava katıyor bence, ispanyol merdivenlerinden 5 dakika yürüme mesafesinde Fontana Di Trevi(aşıklar çeşmesi) var, burası da Romanın simgelerinden biri ama maalesef biz gittiğimizde tadilat vardı, ona rağmen görmek için inanılmaz bir kuyruk vardı aşıklar çeşmesinde, tadilat olduğu için arkamızı dönüp para atıp dilek dileyemedik bu da Roma tatilimizin en talihsiz anı oldu, eğer direk metroyla gitmek isterseniz barberini metro istasyonunda inip önce Fontana Del Tritoneyi görüp 3 dakika yürümeniz aşağıya yürüdüğünüz taktirde Fontana Di Treviyi görürsünüz. orayı da gezdikten sonra romanın en büyük meydanı olan Piazza Del Popoloya gittik, Piazza Del Popolaya gitmek için flaminio metro durağında inmeniz gerekiyor, metrodan yukarı çıktığınızda karşınıza kocaman bir meydan çıkıyor işte o meydan Piazza Del Popolo meydanı, biz ilk gün gittiğimizde Lazio taraftarları toplanmış bağırıp çağırıyorlardı, tezahüratlar ve bayraklarla takımlarını destekliyorlardı, baya kalabalık bir kitle vardı, meydanın tam ortasında 3 tarafından su akan bir heykel var, zaten romanın her yerinde etrafından su akan heykelleri görmek mümkün üstelik o suların hepsi de içiliyor, Piazza del popoloda yürümeye başlayınca çok uzun bir çarşısı var, o çarşıda hemen hemen aradığınız tüm markaları görmeniz mümkün, o meşhur İtalyan markaları Prada, Armani, Dolce Gabbana gibi, çok eğlenceli bir cadde ama biz yarısına kadar gezip geri döndük diğer gezmemiz gereken yerleri görmek için 3.gün vaktimiz kalırsa tekrar dönmek üzere, Piazza del popolodan sonra Piazza della repubblica meydanını görmek için repubblica metro durağına gittik, Piazza del popolo kadar olmasa da burası da gayet güzel bir meydandı burayı da gezdikten sonra ilk günün son durağı olan San giovanni lateranoyu görmek için san giovanni metrosunda indik orayı da gördükten sonra tam metroya giderken coin diye bir avm’ye girdik, tamamen şans eseri olarak girdiğimiz yerde büyük indirim vardı ve biraz alışveriş yaptık, alışverişten sonra bitmiş olarak otele geri döndük, o kadar yorulmuştuk ki yakınlarda bir yemek yiyip uyumak ve 2.güne dinç bir şekilde kalkmak gerekiyordu, otele çok yakın bir restoranda yemeklerimizi yedik, italyanların o meşhur bruşettasını yedik, açıkçası neden bu kadar meşhur oldugunu da anlamadım, 4 tane ekmek dilimi üzerine, salça, domates, salatalık ve peynir konulmuş olarak servis edilen son derece basit bir apetarif ama her İtalyanın masasında görmek münkün, nerdeyse gittiğimiz her restoranda İtalyanlar başlangıç olarak bruşetta yiyorlar ama biz beğenmedik açıkçası, ilk gün lazanya yedim, çok lezzetliydi, İtalyan mutfağının en sevdiğim yemeklerinden birini hiç bu kadar lezzetli yememiştim. yemeklerimizi yedikten sonra otele çıkıp dinlendik ve 2.gün için enerji topladık.

2.gün:

2.gün ilk hedefimiz Kolezyumdu, Romanın en büyük simgelerinden biri olan Kolezyumu görmek için metroyla colosseo durağında indik, colosseo durağı mavi hatta o yüzden terminiden aktarma yapmak zorunda kaldık, durakta inince yukarı çıktığınızda sizi dev Kolezyum karşılıyor, kolezyum o kadar ihtişamlı, o kadar muhteşem bir yapı ki, insanın gerçekten aklı başından gidiyor, dünyanın 7 yeni harikasından biri olan Kolezyum zamanında gladyatör dövüşlerinin yapıldığı dev bir arena, depremler sayesinde çok yıpranmış olsa da hala inanılmaz bir yapı, Kolezyumu tam anlamıyla gezmek 2 saatini alıyor insanın bir de bilet kuyruğu yaklaşık 1 kilometre var ama roma passiniz varsa kuyruk beklemeden direk geçiyorsunuz, sırf bu yüzden bile roma pass alınır, o bilet kuyruğuna girerseniz eğer en az 3 saat sıra beklemeniz gerekiyor üstelik o sıcakta ve kuyruğun %90’ı da uzak doğulu, yani roma pass kesinlikle alınması gereken bir şey onu tekrar söyleyeyim. kolezyumu dışardan, içerden keyfini çıkararak, hakkını vererek 2 saatte geziyoruz ve büyülenmiş olarak içinden çıkıyoruz.

Kolezyumdan çıkar çıkmaz hemen yanındaki Roma foruma geçiyoruz, roma forumunu gezdikten sonra o da yaklaşık 1 saatimizi alıyor ve içinde arco di constantino, palatino ve son olarak circo massimo var, bir sonraki hedefimiz olan Pantheona geçiyoruz, 15 dakikalık bir yürüyüşten sonra Pantehona geliyoruz, Patheon da beni etkileyen yapılardan biri, meydanı geniş ve 3 tane büyük heykel var etrafından sular akan, Pantheondan sonra pizza navona ve hemen altındaki campo de floriyi gezip 2.günde görmemiz gereken son iki yeri görmek için metroyla cavour istasyonuna gidiyoruz, s. pietro in vincoli ve santa maria maggiore yapılarını da görüp sabah 9 da başladığımız gezimizi akşam 7 itibariyle sonlandırıyoruz.

2.günde baya bir gezip nerdeyse Romanın altını üstüne getirmeyi başarıyoruz, bu kadar çok yer görmemizin en önemli sebebi hem yürümeyi sevmemiz hem de Romada turistlerin göreceği yerlerin birbirlerine çok yakın olmaları bütün turistik yerler nerdeyse bir çember içinde gibi uzak olanlara da metroyla gidilebiliyor, o konuda Roma gerçekten çok başarılı bir şehir, ulaşım sıkıntısı kesinlikle yok. gezimizi tamamlayıp otele geçiyoruz, biraz dinlenip akşam yemeğini yemek için romanın en güzel yerlerinden biri gece hayatı ve şık restoranların olduğu Trastevere bölgesine gidiyoruz.

Trastevere de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri, Fiume Tevere nehriyle romadan ayrılan trastevere, Romanın eğlence bölgesi diyebiliriz, şık restoranlar ve barların olduğu bölge cidden çok renkli bir yer, bizim resepsiyonistin de tavsiyesiyle gidiyoruz Trastevereye, ben pizza arkadaşım makarna yiyor ve resmi olarak İtalyan mutfağıyla tanışmış oluyoruz, pizzalar ortalama 10 euro keza makarnalarda, aslında İtalyaya göre ucuz ama bizim paramız değersiz olduğundan 30 tl gibi bir şey vermiş oluyorsunuz makarna ve pizzaya, burda yediğimizin iki katı yani, yemeğimizi yedikten sonra caddede yürüyüp meydanında oturuyoruz, barların oldugu caddeden geçiyoruz, Romada bar kültürü bizimkine göre çok farklı, barlar çok küçük sadece içki almaya giriryorsunuz, barın sokağında eğleniyor herkes, yani sokaklarda dans edip sohbet ediyorsunuz, bar sadece içki almak için girilen mekan oluyor. 2.günü de böylece bitirmiş oluyoruz, 3.günde de hedefimiz Vatikan olduğu için otele dönüp uyuyoruz ve Vatikan için enerji topluyoruz.

3.gün:

3.gün yani Romadaki son günümüzde ilk hedefimiz Vatikandı, zaten 2 günde Romadaki her yeri gezmiştik evet biraz yorulmuştuk(iki günde ortalama 14.5km yürüdük) ama değmişti son güne sadece Vatikanı bırakmaktı hedefimiz ve bu hedefi tutturmuştuk, uyandık kahvaltımızı yaptıktan sonra(otelin kahvaltısı çok güzeldi, otel de çok güzeldi, Romaya gidecekseniz eğer kesinlikle hotel Minton Roma’yı tavsiye ediyorum) otelin hemen önünden manzoni metro istasyonundan metroya binip Vatikanın olduğu ottaviano metro istasyonuna gittik, metrodan indikten yaklaşık 5 dakika yürüdükten sonra karşınıza Vatikan çıkıyor, Romanın Kolezyumdan sonra en kalabalık yeri kuşkusuz Vatikandı hatta belkide Kolezyumdan da kalabalıktı, eğer Vatikana gelmeden önce internetten bilet almazsanız, yaklaşık 1 km uzunluğundaki kuyruğa girip sıra beklersiniz ve o kuyruk bitip siz Vatikana girdiğinizde o gün de bitmiş olur, yani kesinlikle internetten Vatikan biletinizi alıp da gidin Vatikanı gezmeye, 20 euro verip biletinizi alıp bastırıyorsunuz ve hiç sıra beklemeden sıra bekleyen yaklaşık 1 km civarı kalabalığın yanından gülerek geçerek Vatikana giriyorsunuz, yani Romaya gitmeden önce şunu bilmelisiniz ki roma pass alıp Kolezyuma, Vatikan bileti alıp Vatikana sıra beklemeden girersiniz, ben 20 euro verdiğimde bu ne ya çok pahalı demiştim ama o sırayı görünce 50 euro da olsa verirdim dedim.

Gelelim Vatikana, Vatikan malum katoliklerin başı papanın yaşadığı Romanın içinde olmasına rağmen ülke sayılan ve kendi kanunları olan bir yer olup nüfusu yaklaşık 900 kişidir, dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikanı 100 kişilik İsviçre vatandaşı olması mecbur olan askerler korur. Vatikan gerçekten gerek müzesi gerek de o devasa San Pietro katedraliyle mutlaka her turistin görmesi gereken bir yer, papanın halka seslendiği San Pietro bazilikası da bu zamana kadar gördüğüm en güzel yapılardan biriydi, Vatikan ve San Pietro bazilikasını yaklaşık 3 saatte geziyoruz ki biz hızlı bir şekilde gezdik eğer gerçekten tam anlamıyla gezmek istesen 6 saatini alır o alanı gezmek, Vatikanı da gezdikten sonra roma gezimizde gezilmesi, görülmesi gereken her yer 3.günün ortalarında bitmiş oluyor, hedeflerimize ulaşmanın verdiği keyifle o saatten sonra görüp keyfini çıkaramadığımız yerlere gidip keyifle gezmek üzere ilk durağımız olan Romanın en büyük meydanı Piazza del popoloya gidiyoruz, ilk gün yarım bıraktığımız yürüyüşü tamamlamak ve bi mekanda oturup bira keyfi yapmak için del popoloda yürüyoruz, popoloda yürüdükten sonra o meydan bizi otomatikman İspanyol Merdivenlerine çıkarıyor bunu da keşfetmiş oluyoruz, ama önce Aşıklar Çeşmesine tekrar gidip orda da biraz keyif oturuşu yapıyoruz ordan İspanyol Merdivenlerine geçiyoruz ve orda da biraz keyif oturuşu yaptıktan sonra romanın en lüks caddesine geçiyoruz, lüks İtalyan markalarının olduğu caddede yürürken mağaza camlarından 10 bin 20 bin euro fiyatlı çanta, elbise ve takımlara bakarak sinirimizi bozuyoruz ve tekrar İspanyol Merdivenlerine dönerek oturup küçük birleşmiş milletler olan merdivenlerde dinleniyoruz, ordan spagna metrosuna binip otele dönüyoruz ve biraz dinlenip son gece yemeğimizi yemek üzere tekrar trastevereye gidiyoruz. Romada kaldığımız 3 günde bol dondurma, pizza ve makarna yiyerek geçirdik çok gezdik, ayaklarımızı nerdeyse 2 senelik yıprattık ama bu yorgunluğa değdi açıkçası, yazının başında da dediğim gibi Romaya 3 gün yeter ama gerçekten çok yoruluyorsunuz, Romayı rahat rahat gezmek için 4 gün lazım, Roma planlamasını 4 güne göre yapmak çok daha mantıklı.