14 Ağustos 2012 Salı
RÜZGAR GİBİ GEÇTİ: 2012 LONDRA OLİMPİYATLARI
29 Ağustos’ta başlayan Londra olimpiyatları 9 Eylül’de sonra erdi, açılışıyla, oyunlar süresince ve kapanışıyla gelmiş geçmiş en iyi olimpiyatları izlettirdi bize İngilizler, dün gece kapanışı izlerken 2016’da Brezilya’nın işi gerçekten çok zor diye düşündüm, hele 2020’de biz almayalım bu olimpiyatları yada alırsak İngilizlere organize ettirelim dedim, o kadar harika bir organizasyon oldu ki, 16 gün boyunca nerdeyse sıfır hatayla bir olimpiyat yaşandı.
İngilizler 2012 Londra olimpiyatlarında 16 gün boyunca toplam 36 spor dalında yapılan mücadeleler ve dağıtılan madalyalarla adeta bizlere bir spor şöleni izlettirdi, hep dediğim gibi olimpiyatların 3 ana dalı vardır Atletizm, Jimnastik ve Yüzme, özellikle Atletizm ve Yüzmede çok farklı hikayeler yaşandı 16 gün boyunca, favoriler kazandı çoğu zaman ama büyük sürprizlerde yaşanmadı değil, dünya rekorları da kırıldı, eski rekor sahiplerinin büyük hayal kırıklıkları da izlendi, 16 gün boyunca izleyenler her türlü duyguyu yaşadı, kimi zaman sinirlendik ekran başında, kimi zaman sevinçten çığlık attık, kimi zaman ağladık, kimi zaman televizyona kumanda fırlatma raddesine bile geldik ve sonunda kapanış töreniyle hepimizin içini bir burukluk kapladı, keşke bitmeseydi dedik, 4 sene nasıl geçecek diye sızlandık hatta olimpiyatlar 2 senede bir olsun diyen kişi sayısı hiç de az değildi, şimdi Londra olimpiyatlarında neler oldu, kimler iz bıraktı, kimler hayal kırıklığı yaşattı, kısaca değerlendirmemizi yapalım.
Öncelikle takım sporlarından başlayalım, Londra’da futbol, basketbol, voleybol, hentbol, hokey ve su topu olmak üzere 6 dalda takım sporları mücadeleleri yapıldı olimpiyat altını için.
Futbol normalde dünyada en ilgi çeken spor olmasına rağmen olimpiyatlarda fazla ilgi görmez ama bu sene özellikle son 2 olimpiyatta ezeli rakipleri Arjantin’in şampiyon olmasıyla Brezilya tarihinin en iyi takımını kurarak mutlak şampiyonluk hedefiyle geldi Londra’ya kadroda başta Brezilya’nın yeni süper yıldızı Neymar olmak üzere, Pato, Hulk gibi yıldızlar vardı ama bu süper starlara rağmen Brezilya olimpiyat altınını kazanamadı finalde Meksika’ya kaybettiler ve şampiyonluğu 2016’da kendi ülkelerinde yapılacak olimpiyatlara ertelediler, futbolda kadınlarda ise tek favori tabi ki Amerika’ydı, kadınlar futbolunun olimpiyatlara girmesinden bu yana yapılan 4 olimpiyatın 3’ünü kazanan Amerika 5.olimpiyatta 4.altın madalyasını finalde Japonya’yı yenerek kazandı.
Basketbol olimpiyatlarda en çok izlenen takım sporudur bunun da sebebi tabi ki Dream team’in olimpiyatlara katılmasıdır, Amerika hem kadınlar hem de erkeklerde oluşturduğu dream teamle Londra’ya tek favori olarak geldi, Kobe Bryant’ın bu dream team 1992’deki dream team’i yenebilecek güçte demeci ne kadar iddalı ve güçlü olduklarının kanıtıydı, öyle ki Nijerya maçında olimpiyatlardaki rekorları kırdı bu dream team, Nijerya’yı 156-73 yenerek olimpiyat tarihindeki en farklı skoru elde ettiler ve 156 sayıyla en yüksek sayıyı attılar, finale kadar da zorlanmadan geldiler yarı finalde Arjantin’e 26 sayı fark attılar ama finalde İspanya karşısında zorlandılar hatta maç içinde geriye bile düştüler, son 5 dakika kala maç hala kopmamıştı ki Kobe-Carmelo-Lebron ve Durant’li kadro maça ağırlığını koyarak 107-100 ile olimpiyat altınını Amerika’ya kazandırdı, 2008 Pekin’de de finalde İspanya’yı yenerek almıştı dream team altını, kadınlarda Amerika çok daha rahat kazandı altını finalde Fransa’ya 36 sayı fark attılar ve baskette bizden başkası altını asla göremez mesajını verdiler tüm dünyaya.
Voleybol’da erkeklerde Amerika ve Brezilya favoriydi Londra’da ama bu iki favorinin dışında bir takım kazandı olimpiyat altınını, Rusya kazandı altın madalyayı, Amerika daha çeyrek finalde İtalya’ya 3-0 yenilerek büyük şok yarattı, finale çıkan favori Brezilya maçı 2-0 a getirdi hatta maç sayısı bile kullandı ama Rusya ordan maçı çevirerek 3-2 yendi Brezilya’yı ve uzun süre unutulmayacak bir maç sonrası olimpiyat şampiyonu oldu, kadınlarda da favoriler Amerika ve Brezilya’ydı ve Amerika grup maçlarında Brezilya’yı 3-1 ile ezerek Londra’da tek favori benim mesajı verdi ama finalde öyle olmadı durum, finalde yine iki favori karşılaştı Amerika ilk seti 25-11 kazanarak 2008 Pekin’de finalde kaybettiği rakibinden rövanşı almak istediğini gösterdi ama ikinci sette şemsiye tersine döndü Brezilya adeta küllerinden doğdu ve maçı 3-1 kazanarak Pekin’de yendiği rakibine yine hüsran yaşatarak üst üste 2.olimpiyat şampiyonluğunu kutladı.
Hentbol’de favoriler erkeklerde Fransa ve kadınlarda Norveç’ti 2008 Pekin’de de bu iki ülke kazanmıştı olimpiyatları ve Londra’da da bu değişmedi erkeklerde Fransa kadınlarda Norveç üst üste ikinci şampiyonluklarını kazandılar ve sürpriz yaşanmayan tek takım sporu oldu basketi saymazsak, çünkü baskette sürpriz yaşanma ihtimali bile yoktu.
Hokey’de erkeklerde ve kadınlarda şampiyon değişmedi, erkeklerde 2008 Pekin’de şampiyon olan Almanya finalde ezeli rakibi Hollanda’yı yenerek ünvanını devam ettirdi, kadınlarda ise 2008 Pekin’de şampiyon olan Hollanda finalde Arjantin’i yenerek ünvan korudu.
Takım sporlarındaki en büyük sürpriz su topunda yaşandı, erkeklerde tek favori Macaristan’dı ama onlar çeyrek finalde elendiler, finale bile kalamadılar, herkes Macaristan elenince şampiyon Macaristan’ı eleyen İtalya olacak sandı ama İtalyanlar finalde Hırvatistan’a yenilerek gümüşte kaldılar, böylelikle Hırvatistan büyük bir sürprize imza attı, kadınlarda ise Amerika finalde İspanya’yı yenerek şampiyon oldu, Amerika takım sporlarında baskette iki olmak üzere 4 altın madalya kazandı ve en başarılı ülke oldu.
Takım sporlarından sonra gelelim Jimnastike, Jimnastikte kadınlarda Amerika, Çin çekişmesi vardı Pekin’de, erkeklerde ise 8 altının 7’sini almıştı Çin, Londra’da ise kadınlar Jimnastikte Nastia Liukin ve Shawn Johnson gibi iki yıldızından mahrum olmasına rağmen Aly Raisman ve Gabby Douglas’la Amerika 7 dalda 3 altın kazanmayı başardı, Çin Pekin’deki performansını sergileyemedi, erkeklerde ise 8 altından sadece 3ünü kazanabildi Çin, açıkçası 2008’de daha çekişmeli ve heyecanlı bir jimnastik izlemiştik bu sefer daha sönüktü ama yine de olimpiyatlarda jimnastik izlemek her zaman keyifli oluyor.
Yüzmeye gelirsek tabi ki Phelps’teydi gözler, Atina’da 6 altın 2 bronz, Pekin’de 8 altın almıştı ve ardından Marijuana çekerken görüntüleri çıkmıştı medyada bu skandaldan sonra bir sürü sponsorluk anlaşmaşı bitmişti Phelps’in, Phelps Londra’da 7 dalda yarıştı ve 4 madalya alarak olimpiyat tarihinde en çok madalya kazanan kişi olarak tarihe geçmek istiyordu, olimpiyatlar onun için iyi başlamadı açıkçası, ilk finalinde 4.oldu ve madalya kazanamadı, 2.finalinde ise gümüşte kalınca eleştiri okları üzerine yöneldi fakat daha sonraki yarışların hepsinden madalya çıkarmayı başardı Phelps ve 4 altın 2 gümüş alarak, toplamda 3 olimpiyatta 22 madalya olimpiyatlar tarihine altın harflerle kazıdı adını Phelps, Amerika yüzmede her zamanki gibi yine madalyaları topladı 16’sı altın 31 madalya kazandı, Ryan Lochte hayal kırıklığı yarattı 2’si altın 5 madalya kazanmasına rağmen, Çin’li Sun Yang 200 serbestte gümüş 400 serbestte altın alıp 1500 serbestte dünya rekoru kırarak altını kazandı, 100 metre sırtüstünde Van der Burgh, 200 metre sırtüstünde ise Gyurta dünya rekoru kırarak altın kazanan isimler oldu, kadınlarda dişi Phelps diye adlandırılan Missy Franklin 4 altın 1 bronzla dikkat çekerken dünya rekoru da kırdı 200 metre sırtüstünde, Allison Schmitt 3 altın 1 gümüş 1 bronz kazandı, Dana Vollmer 3 altın kazandı ve 100 metre kelebekte dünya rekoru kırdı, Rebecca Soni 2 altın 1 gümüş kazandı ve 200 metre kurbağalamada dünya rekoru kırdı, Ranomi Kromowidjojo 50 ve 100 metre serbesti olimpiyat rekoru kırarak kazandı, Çin’li yüzücü Ye Shiwen 200 ve 400 metre serbestte altın madalya kazanırken 200’de olimpiyat 400 de dünya rekoru kırdı ve henüz 16 yaşındayken yaptı bunların hepsini, 4*100 karışık bayrak yarışında Amerika altın kızları Franklin, Soni, ollmer ve Schmitt’ten oluşan kadrosuyla dünya rekoru kırarak altın madalyayı kazandı, yüzmede Amerika’dan sonra Çin 5 altın, Fransa 4 altın ile sıralandı, Avustralya yüzmede hayal kırıklığı yaratırken Fransa Avustralya’nın yerini aldı Londra olimpiyatlarında.
Yüzmede nasıl gözler Phelps’in üstündeyse atletizmde de tabi ki Usain Bolt’un üstündeydi, olimpiyatların en kısa süren ama en çok merak edilen yarışı olan 100 metrede acaba Bolt Pekin’deki başarını tekrarlayabilecek miydi ? üstelik çok dişli rakipleri vardı ama Bolt öyle bir yarış çıkardı ki, geç çıkış yapmasına rağmen altını kazanmayı başardı, 200 metrede de favori Bolt’tu ve 200’ü de üstelik son 5 metresini yürüyerek kazanmasını bildi Bolt, 100 ve 200 de Bolt’un ardından gümüş vatandaşı Blake’e gitti, 800 metrede Kenyalı Rudisha dünya rekoru kırarak altını kazandı, 5000 ve 10000 dublesini Pekin’de Etiyopya’lı Bekele yapmıştı bu sefer Britanya’lı Mo Farah yaptı, 4*100 bayrak yarışında ise Bolt’tan beklenen rekor geldi, Jamaika Bolt’un son 100 metresini koştuğu yarışta dünya rekoru kırarak altını kazandı ve ünvanını korudu, kadınlarda 100 metreyi Shelly ann Fraser kazandı ve Pekin’deki ünvanını korudu, 200 metrede ise Pekin’de altın kazanan Veronica Campbell Brown ilk üçe giremedi altını Amerika’lı Alyyson Felix kazandı, 100 metre şampiyonu Fraser gümüşte kaldı 200 metrede, 400 metreyi Pekin’de bronz kazanan Sanya Richards kazanırken Pekin’de altın alan Ohuruogu gümüşte kaldı Londra’da, 1500 metre kadınlarda bizim göğsümüzü kabartan bir yarış sonrası Aslı Çakır Alptekin altın, Gamze Bulut gümüş kazandı, tarihimizde ilk defa atletizmde altın kazanmış olduk, 1500 gibi önemli bir yarışta üstelik olimpiyatlarda duble yapmak da ayrı bir gurur oldu Türkiye için, Pekin’de 5000 ve 10000’i Tirunesh Dibaba kazanmıştı, Londra’da 10000’i yine Dibaba kazandı ama 5000’de vatandaşı Defar’a geçildi Dibaba ve bronzla yetindi, 4*100 erkeklerde Jamaika dünya rekoru kırmıştı kadınlarda ise Amerika kırdı o rekoru.
Gülle atmada Polonyalı Majewski ünvanını korurken disk atmada Pekin’in şampiyonu Gerd Kanter Londra’da bronzla yetinmek zorunda kaldı, çekiç atmada Pekin’in şampiyonu Kozmus Londra’da gümüşte kaldı, cirit atmada ise son iki olimpiyatın şampiyonu Norveç’li Thorkidsen Londra’da podyum dışında kalarak hayal kırıklığı yarattı, kadınlarda uzun atlamada efsane atlet Isınbayeva üstüste 3.olimpiyat altınını kazanamadı ve bronzda kaldı, ünvanını koruyan tek atlet çekiç atmada yarışan Spotakova oldu. Atletizmde en başarılı ülke 9 altınla Amerika oldu, Rusya 8 altınla Amerika’nın ardından geldi, Jamaika 4 altın 4 gümüş ve 4 bronz kazandı ve bunların tamamını da atletizmden aldı, Britanya 4 altın, Etiyopya 3, Kenya 2 altın kazandılar atletizmde.
Diğer spor dallarında hangi ülkeler üstündü onları da kısaca yazmak gerekirse;
Okçulukta Kore 3 altın 1 bronzla bu branşta ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.
Badmintonda Çin dağıtılan 5 altını da kazandı ve bu dalda dünyada tek olduğunu kanıtladı.
Plaj voleybolunda erkeklerde Almanya, kadınlarda Amerika altını kazanırken, Amerika’lı Misty May-Kerri Walsh ikilisi üst üste 3.olimpiyat altınını kazandılar.
Boksta Britanya 3 altın, Ukrayna 2 altın, Küba 2 altın alarak en başarılı ülkeler oldular.
Kano slalomda Fransa 4 altının 2’sini alırken, Kano sprintte Macaristan ve Almanya 3’er altınla en başarılı ülkeler oldular.
Bisiklet bmx’de Kolombiya ve Litvanya dağıtılan 2 altını paylaştılar, dağ bisikletinde ise Fransa ve Çek Cumhuriyeti dağıtılan 2 altını paylaştılar, yol bisikletinde dağıtılan 4 altında 4 farklı ülkeye gitti, hız bisikletinde ise tabi ki Sir Chris Hoy’lu Britanya 10 altından 7’sini kazanmayı bildi.
Dalışta aynı Badmintonda olduğu gibi Çin şov yaptı ve 8 altından 6’sını kazandı.
Binicilikte ise Britanya 3 altın, Almanya 2 altın kazandı.
Eskrimde İtalya 3 altın, Güney Kore ve Çin 2 altınla sıralandı.
Ritmik jimnastikte her zamanki gibi Rusya 2 altını da kazandı.
Judoda Rusya 3 altın alırken, Fransa ve Güney Kore 2 altın aldı.
Kürekte Britanya 4, Yeni Zelanda 3, Almanya 2 altın kazandı.
Yelkende Avustralya 3, ispanya 2 altın kazandı.
Atıcılıkta Güney Kore ve Amerika 3, İtalya ve Çin 2 altın kazandı.
Senkronize yüzmede aynı ritmik jimnastikte olduğu gibi Rusya 2 atını da kimseye kaptırmadı.
Masa tenisinde aynı badmintonda olduğu gibi dağıtılan 4 altını da Çin kazandı.
Tekvandoda dağıtılan 7 altın 7 farklı ülkeye giderken bu altınlardan birini de Servet Tazegül’le Türkiye aldı.
Teniste kadınlarda Serena Williams, erkeklerde Andy Murray olimpiyat şampiyonu oldular, çift kadınlarda Serena Williams ve ablası Venüs Williams Sydney ve Atina’dan sonra 3.olimpiyat altınlarını kazandılar, çift erkeklerde ise Amerikalı Bryan kardeşler altını kazandı, karışık çiftlerde ise Azarenka-Mryni çifti altını kazandı.
Trambolinde dağıtılan iki altını Kanada ve Çin paylaştı.
Triatlonda dağıtılan iki altını Britanya ve İsviçre paylaştı.
Halterde Çin’in üstünlüğü vardı 5 altın kazandı Çin, Kazakistan 4, Kuzey Kore de 3 altın kazandı, Rusya 5 gümüş almasına rağmen hiç altın kazanamayarak hayal kırıklığı yarattı.
Güreşte Rusya ve Japonya 4’er altın kazandılar, İran 3 altınla iki ülkenin ardından geldi.
Her olimpiyatta Çin ve Amerika büyük bir rekabete girerler kim daha fazla altın madalya kazanacak diye ve 2008 Pekin’de Çin 51’i altın olmak üzere 100 madalyayla Amerika’yı geçmişti, Amerika 36 altında kalmıştı toplamda 110 madalyayla Çin’i geçmesine rağmen, Londra’da ise Amerika 46’sı altın olmak üzere 104 altınla Çin’e ezici bir üstünlük sağladı, Çin 38 altın alabildi toplamda ise 88 madalyada kaldı, ev sahibi İngiltere Pekin’de 19 altın toplam 47 madalyayla Rusya’nın ardından 4.olmuştu, Londra’da ev sahibi avantajıyla 29 altın olmak üzere 65 madalya kazandılar ve 3.oldular.
29 Temmuz 2012 Pazar
2012 LONDRA OLİMPİYATLARI
Cuma günü harika bir törenle açılışı yaptı Londra Olimpiyatlar için ve 14 gün sürecek spor şöleni resmen başlamış oldu, sırf açılış töreni için bile ayrı bir yazı yazılır aslında o kadar harika bir tören oldu, 2008 Pekin’den çok daha iyiydi, tabi bunda İngiliz kültürünün ve Britanya’nın popüler kültürdeki şöhretlerinin de payı büyük.
14 gün sürecek Olimpiyatlarda, 36 ayrı dalda toplam 302 altın madalya sahibini bulacak, Olimpiyatlar denildi mi akla tabi ki Atletizm, Yüzme ve Jimnastik geliyor bu 3 ana dal Olimpiyatın olmazsa olmazları olarak her zaman ayrı bir yerdeler ve genelde bu 3 ana dal damgasını vurur Olimpiyatlara, bu 3 dal başta olmak üzere pek çok dalda çok ünlü yıldızlar şu an Londra’da ve 12 ağustos’a kadar bu spor şöleni devam edecek.
Atletizm, Yüzme ve Jimnastik dışında en çok izlenecek spor kuşkusuz Dream Team’li Basketbol olacak. Futbol, Basketbol, Voleybol ve Hentbol gibi takım sporlarında da kıyasıya bir rekabet ve altın için harika mücadeleler bizleri bekliyor ayrıca bizi yakından ilgilendiren Halter, Güreş olmak üzere Boks, Okçuluk, Bisiklet, Judo, Tekvando, Masa Tenisi, Tenis ve daha bir çok spor dalında muhteşem maçlar ve mücadelelerle çok keyifli bir Olimpiyat izleyeceğimizden hiç kuşkum yok.
Şimdi bu olimpiyatta öne çıkması beklenen sporcular ve takımları kısaca değerlendirelim.
Okçuluk: Güney kore bu dalda rakiplerine göre bir adım önde olsa da İtalya ve Amerika da bu dalda güçlü olan ülkeler, madalyaları bu 3 ülke paylaşır, ama altın, gümüş ve bronz kimlere gider belli olmaz.
Plaj Voleybolu: Amerika ve Brezilya madalyalar için kısasıya bir mücadele içine girecektir son Olimpiyat şampiyonu Amerika olmuştu gümüş ve bronz Brezilya’ya gitmişti, bakalım bu sefer Brezilya altını alabilecek mi?
Bisiklet: Bisiklette toplam 4 dal var: Bmx, Dağ Tırmanışı, Hız Yarışı ve Yol Bisikleti, benim tek izlediğim bisiklet hız yarışı çünkü en heyecanlısı o, bu dalda favori tabiki Büyük Britanya, tartışmasız bir üstünlüğü var bu dalda Britanya’nın ve Pekin’de bu dalda verilen 8 altının 7’sini kazanmışlardı, bu sefer kendi evlerindeler ve hedefleri 8’de 8 yapmak, erkeklerde Chris Hoy ve kadınlarda Victoria Pendelton’un mücadelelerini merakla bekliyoruz.
Dalış: Pekin’de bu dalda verilen tüm madalyalar Çin’e gitmişti 8 altının hepsini toplamışlardı Londra’ya da bu iddayla geldiler ve tek rakipleri yine kendileri.
Hentbol: Hentbol erkeklerde son 2 dünya şampiyonu ve Pekin Olimpiyatlarının altın madalyalı takımı Fransa mutlak favori İsveç, Danimarka ve Hırvatistan az da olsa altın için Fransa’yla mücadele edecekler, kadınlarda ise son dünya ve olimpiyat şampiyonu Norveç ile Rusya altın için kapışacaklar, onları zorlayabilecek takım ise Fransa olacak.
Senkronize yüzme: Bu dalda tek ülke var o da tabi ki Rusya, altını her zamanki gibi alırlar, gümüş ve bronz için düğer ülkeler mücadele ederler.
Masa Tenisi: Nasıl Senkronize Yüzme’de Rusya rakipsizse Masa Tenisinde de Çin rakipsiz Pekin’de 4 altını da almışlardı, Londra’da da 4 altını alacaklardır.
Tenis: Tenis önceleri Olimpiyatlarda fazla izlenen bir spor değildi ta ki 1988 de Steffi Graf katılıp altın madalyayı alana kadar, 88’den beri tenis de Olimpiyatlarda merakla beklenen spor müsabakalarından biri oldu, 2008 Pekin’de erkeklerde Nadal, kadınlarda Dementieva altını kazanmışlardı, Nadal sakatlığından dolayı Dementieva da Tenisi bıraktığı için Londra’da yoklar, ama erkeklerde Federer, Pekin’in bronz madalya sahibi Djokovic ve hiç grand slamı olmayan İngilizler’in ümidi Murray altın için yarışacaklar, kadınlarda ise Wimbledon’u kazanan ve eski günlerine dönen Serena Williams, Maria Sharapova, Azarenka ve Kvitova altın için favori isimler, aynı bir grand slam gibi Olimpiyatlarda da Tenis merakla izlenecek. Çiftlere gelirsek Pekin’de Federer-Wawrinka ile altını kazanmıştı Bob-Mike Bryan kardeşler bronzda kalmıştı bu sefer Bryanlar altına daha yakın taraf, kadınlarda ise Williams kardeşler 2000 ve 2008’de kazandıkları altın madalyayı londra’da 3’lemek için korta çıkacaklar.
Halter: 2008 Pekin’de Çin halterde tulum çıkarmıştı erkeklerde 8 altının 4’ünü kadınlarda 7 altının 4ünü kazanmışlardı, Londra’da aynı başarıyı yakalayabilirler mi? bilinmez ama yine büyük favoriler, Türkiye olarak Halter’de Pekin’de tek madalyamızı Sibel Özkan’la 48 kiloda gümüşle almıştık umarım Londra’da daha fazla madalya kazanırız.
Güreş: Güreş’te bir zamanlar Türkiye olarak çok güçlüydük ama maalesef yanlış yapılanmalar dolayısıyla eski gücümüzden eser kalmadı, Rusya bu dalda her zaman favoridir, Pekin’de serbest güreşte 7 altından 3ünü almışlardı, Ramazan Şahin’de bize tek altınımızı getirmişti, Greko Romen’de ise 7 altından yine 3’ünü Ruslar kazanmıştı, Türkiye ise Nazmi Avluca ile bronz almıştı, kadınlarda ise Pekin’de dağıtılan 4 altının ikisini Japonlar birini Çin diğerini Kanadalı güreşçi kazanmıştı, Londra’da bakalım madalyalar kimlere gidecek.
Su Topu: Su topunda erkeklerde altının tek favorisi bu sporda büyük üstünlüğü olan Macaristan, kadınlarda ise Hollanda, Amerika altın için sıkı bir mücadeleye girişecekler.
Voleybol: Erkeklerde son 3 dünya şampiyonu Brezilya, son olimpiyat şampiyonu ise Amerika muhtemelen altın mücadelesi iki takım arasında olacak, ben Brezilya’yı altın için daha şanslı görüyorum, brozn madalya ise Rusya, Sırbistan, Bulgaristan ve İtalya’dan birine gider. Kadınlarda ise son olimpiyat şampiyonu Brezilya olmuştu son iki dünya şampiyonu ise Rusya, Amerika’yı da bu iki takıma dahil edersek altın için 3 takım mücadele edecek, ben burda da Brezilya’yı şanslı görüyorum, Türkiye ise son zamanlarda artan performansıyla süpriz yapıp bronz alırsa şaşırmamak gerekir diyorum.
Futbol: Futbolda erkeklerde Brezilya en büyük favori bu zamana kadar hiç olimpiyat altını alamamış olmaları da bu altını ne kadar istediklerinin kanıtı, onları zorlayacak bir takım ise görünmüyor belki Uruguay yada Büyük Britanya olabilir. Kadınlarda ise yine Brezilya ile Amerika final oynar, şampiyon Brezilya olur diye düşünüyorum.
Basketbol: Şu Olimpiyatlarda en garanti altın kimin deseler direk Basketbolda hem kadın hem erkeklerde Amerika’nın derdim, 1992 de oluşturulan Dream Team’den sonraki en iyi Dream Team ile geliyor Amerika erkeklerde, Kobe Bryant, Lebron James, Kevin Durant liderliğinde 8’de 8 yaparak altını kazanırlar gümüş için Arjantin, İspanya ve Fransa mücadele eder, kadınlarda da çok güçlü bir kadrosu var Amerika’nın Taurasi, Augustus, Mccoughtry ve Fowles liderliğinde onlarda 8’de 8 yaparak altını alacaklardır gümüş için Rusya ve Avustralya mücadele edecek.
Takım sporları ve diğer sporlarda yorumlarımızı yaptıktan sonra gelelim 3 ana dal olan Jimnastik, Yüzme ve Atletizm’e.
Jimnastik:
Artistik Jimnastikte erkeklerde Çin Pekin’de tulum çıkarmış ve 8 altının 7sini kazanmıştı, yine tek favori onlar, kadınlarda ise Pekin’de takım mücadelesinde kıyasıya bir yarışma olmuş Çin Amerika’yı son anda geçerek altını kazanmıştı ama bireysel madalyalarda Çin’li sporcular başarılı olamamışlardı, 5 bireysel altın madalyanın ikisini Amerika kazanmış diğer 3 altını Romanya, Çin ve Kuzey Kore kazanmıştı, Amerika’nın bu dalda yıldızları Nastia Liukin ve Shawn Johnson 1 altın 3 gümüş almışlardı Pekin’de. Londra’da Nastia da Johnson da maalesef yok bakalım Amerika bu iki yıldızından yoksun olarak neler yapacak, Çin bu iki yıldız yokken altınları toplayacak mı? heyecanla bekliyoruz.
Ritmik Jimnastikte ise Ruslar mutlak favori olarak geliyorlar Londra’ya Pekin’de hem bireysel hem de takım olarak altın madalyayı kazanmışlardı Londra’da da bu değişmez diye düşünüyorum, Trambolin’de ise hem erkek hem kadınlarda Çin Pekin'deki üstünlüğünü devam ettirir ve altın madalyaya uzanır.
Yüzme:
Yüzme denilince herkesin aklına tabiki Amerika geliyor, Pekin’de 12 altın 9 gümüş ve 10 bronzla 31 madalya kazanmışlardı ve o 12 altının 8’ini de Phelps almıştı ve olimpiyatlar tarihine altın harflerle kazınmıştı, Amerika Londra’ya da favori olarak geliyor yine en çok altını onlara kazanacaktır ama Phelps aynı konumda değil bu sefer, bu sefer 7 dalda yarışacak ve sadece 3 madalya daha kazanırsa Olimpiyatlarda en çok altın kazanan sporcu rekorunu eline geçirecek, Atina'da 6 altın 2 bronz, Pekin'de 8 altın alarak toplamda 16 madalyaya ulaşan Phelps, Rus Artistik Jimnastikçi Larissa Latynina'nın 18 madalyalık rekorunu kırabilecek mi? Çok zor çünkü eski formunun çok gerisinde, Pekin’de her yarışta geçtiği Lochte bu sefer favori ve yarışacağı tüm dallarda altın kazanması bekleniyor Lochte’nin, kadınlarda ise erkeklerdeki gibi Amerika’nın ezici üstünlüğü olmayacaktır, özellikle Avustralya Amerika’nın üstüne çıkabilecek bir ülke kadınlarda, İtalyan Pellegrini, İngiliz Adlington, Avustralya’lı Stephanie Rice ve Amerikan Coughlin yüzmede dikkatlerin üzerlerinde olacağı sporcular olacak, ben Phelps’in 3 madalya kazanamayacağını düşünüyorum, 2008 Pekin’den sonra esrar çekerken yakalanması da kendine iyi bakmadığının bir kanıtıydı ve bu da bize yetenek önemli olsa da çalışmanın her zaman yetenekten daha önemli bir unsur olduğunu kanıtladı.
Atletizm:
Olimpiyatların en merakla beklenen dalı kuşkusuz her zaman Atletizm olmuştur ve Atletizmin de en heyecanlı dalları 100 ve 200 metre koşularıdır, 10 saniyenin altında kısacık bir yarış olmasına rağmen en heyecanla beklenen daldır 100 metre koşusu, üstelik Pekin’de Usain Bolt gibi bir efsanenin efsane dereceyle 100 metre dünya rekoru kırması londrada 100 metreyi çok daha çekici kıldı.
100 metre koşusunda favori tabi ki Usain Bolt ama rakipleri de çok güçlü ve bu rekabet bir dünya rekoru daha getirir mi? İşte herkes bu sorunun cevabını bekliyor, Bolt’un rakiplerine bakarsak Asafa Powell ve olimpiyat elemelerinde onu geçen vatandaşı Yohan Blake ve Amerikalı Tyson Gay üçü de altın alabiliecek kapasitedeler, Bolt tabi ki favori ama rahat değil işte o yüzden Londra olimpiyatlarının belki de en unutulmaz yarışı 100 metre olacak, benim şahsi görüşüm rekor gelmeyecek ama Bolt kazanacak, umarım rekor gelir kim kazanır mühim değil yeterki rekor gelsin.
100 metre kadınlarda da Jamaika üstünlüğü var, Amerika’nın uzun yıllar süren 100 ve 200 metre üstünlüğünü Jamaika ele geçirdi ve Pekin’de hem 100 hem de 200 de altın Jamaika’nın oldu, Pekin’de altın Shelly Ann Fraser'in olmuştu ama bu sefer Fraser'ın işi zor, son dünya şampiyonu Amerikan Jeter ve Veronica Campbell Brown onu zorlayacak isimler.
200 metreye gelirsek orda da Usain Bolt mutlak favori hatta bence 100 metreden daha favori ve 200 metreyi çok daha rahat kazanacaktır Bolt ve yine rekor gelmeyecektir diye düşünüyorum, kadınlar 200 metrede Pekin’de Veronica Campbell Brown altına ulaşmıştı Allyson Felix son anda altını kaptırıp gümüşle yetinmişti, Felix bu sefer altını çok daha fazla isteyecektir Brown'u sadece Felix değil Jeter da zorlayacaktır dolayısıyla kadınlar 200 metrede favorisi olmayan bir yarış izleyeceğiz.
400 metrede Pekin’in altın madalyalı atleti Leshawn Merrit burda da altın madalya için önde ama vatandaşı Jeremy Wariner Pekin’de aldığı gümüşü bu sefer altına çevirmek için çok daha istekli, 2011 dünya şampiyonasında Merrit'i geçen Kirani James'de 400 metrede iddalı Londra'da, dolayısıyla 400 metrede de favori yok diyebiliriz.
800 ve 1500 de altın kime gider bilemem ama Kenya’dan başka bir ülke o madalyaları alamaz.
5000 ve 10000 metrede Kennenisa Bekele Pekin'de duble yapmıştı ama Londra’da o dubleyi yapma ihtimali çok düşük bana göre çünkü Mo Farah gayet iddalı kendi ülkesinde.
4*100 ve 4*400 bayrak yarışlarında ise erkeklerde 100’de favori tabi ki Jamaika 400’de ise bayrak hatası yapmazsa Amerika kazanır.
Erkeklerde olduğu gibi kadınlarda da 800 ve 1500 metre altınları Kenya’ya gidecektir ayrıca 5000 ve 10000’de son dünya şampiyonu Vivian Cheruiyot olimpiyatlarda da mutlak favori.
4*100 ve 4*400 bayrak yarışlarında ise kadınlarda Amerika takımı favori ama Jamaika da onları rahat bırakmayacaktır, 100 metrede de 400 metrede de Amerika ile Jamaika son saliseye kadar yarışacaktır ama ben ikisini de Amerika'nın alacağını düşünüyorum.
Sırıkla atlamaya gelirsek tabi ki gözler Yelena Isınbayeva da olacak son 2 olimpiyatın altın madalyalı atleti Pekin’e favori olarak gelmesede eski gücünde olmasada Pekin’de 3.altınını alarak tarihe geçmek isteyecektir, bunu başarmak için de elinden geleni yapacaktır.
Yüksek atlamada ise Belçikalı Hellabut ve Hırvat Vlasic Pekin’deki düellolarına devam edecekler gibi gözüküyor, Pekin’de Hellebaut altını almıştı ama Vlasic Londra’da bir adım önde gibi gözüküyor.
Elimden geldiğince takip ettiğim dallardaki yarışları değerlendirdim, umarım bu yazı daha eğlenceli bir olimpiyat geçirmenizi sağlar, 12 Ağustosa kadar sürecek bu spor şöleninde herkese iyi seyirler ve bol keyifler diliyorum.
16 Haziran 2012 Cumartesi
3 Kupa Tek Şampiyon: BEŞİKTAŞ
Basketbolda sezon başlamadan önce başta Anadolu Efes olmak üzere Galatasaray ve Fenerbahçe kadrolarını kurmuş ve sezona şampiyonluk parolasıyla başlamışlardı hatta bu 3 takıma Banvit’i de ekleyebiliriz. Beşiktaş ise cola-turka’nın sponsorluğunun bitmesiyle sponsorsuz kalmış ve yeni sponsor da bulamayınca küçülme kararı almıştı, oysa 2011’in ocak ayında göreve getirilen Ergin Ataman'a bir sonraki sezon için büyük bir bütçe sözü verilmişti fakat sponsor bulunamamasıyla birlikte bırakın büyük bir bütçe ve şampiyonluk kadrosu kurmayı küme düşmemek bile iyidir diye konuşulmaya başlanmıştı sezon başında, bütün bu olumsuzlukların üstüne Serhat Çetin, Cüneyt Erden ve Bekir Yarangüme Beşiktaş klubüne yakışmayan bir davranışla yaz boyunca klüpte antremana çıkmaya zorlanmışlardır. Bu durumdan artık Ergin Ataman da şikayetçi duruma gelmiş ve bana verilen sözler tutulmadı diyerek takım aramaya başlamıştı, yani klüp dağılmak üzereydi, derken Milangaz yani başkan Yıldırım Demirörenin şirketinin takıma sponsor olması ve lock-out nedeniyle ara verilen Nba’in en iyi 3 guardından biri olan Deron Williams’ın kadroya katılmasıyla bir anda tüm o olumsuz hava dağılmıştı, Deron ile başlayan transferler Hawkings ve Erceg’in alınması ve bir önceki sezonun en iyisi Kemp’in de kadroda tutulmasıyla güçlü bir kadro oluşturmaya doğru giderken transfer için çok geç kalınması nedeniyle yerli rotasyonunda maalesef kadro çok zayıf kalmıştı, Mehmet Yağmur, Can Akın, Serhat Çetin, Barış Hersek, Adem Ören(sene boyunca toplam 20 dakika oynamamıştır) ve alt yapıdan çıkan Kartal Özmızrak ile yerli rotasyonu kuruldu bu kadroya Erwin Dudley(Ersin Dağlı) da katılarak yerli rotasyonu şekillendirildi.
Lock-out nedeniyle gelen Deron Williams’ın yanında Semih Erden de kadroya katıldı ve böylece sponsor yokken sadece Serhat Çetin'in olduğu takım Milangaz’ın sponsorluğu ile kurulmuş oldu. Deron williams ve Semih Erden’in liderliğinde kurulan takım gerçekten iyiydi ama eğer lock-out biter ve bu iki oyuncu giderse ne olacaktı? İşte bunun cevabı belli değildi, Ergin Ataman bile b planı yapmadık eğer lokc-out biterse oturup konuşuruz demişti ama lock-out bittiğinde sezon ortası olacaktı ve iyi bir yabancı bulmak çok zor olacaktı ama herkes Deron’un büyüsüne kapılmıştı ve sonrası çok da önemli değildi açıkçası, herkes lock-out bitmesin diye dua ediyordu ve Deron'lu harika bir takım izliyordu.
Deron Williams’ın gelmesiyle hedefler de büyümüştü tabi, lig şampiyonluğu ve avrupada 2.kupa olan Uleb cup’ta da şampiyonluk takımın ilk hedefi olmuştu, kadro dardı ama Deron takıma çok çabuk uyum sağlamıştı ve takım onunla bir başka oynuyordu, herşey güzel başlamışken Uleb cup elemesinde Dexia Mons’a elenerek ilk şoku yaşarken takım, tüm tepkiler koç Ataman’a geliyordu hatta tepkiler o kadar ağıır oluyordu ki Ataman da cevap vermek zorunda kalıyordu.
Uleb cup’tan elenen takım 3.kupa da mücadele etmeye devam edecekti, 2.kupaya oranla çok daha kolay olan bu kupada hedef kesinlikle şampiyonluk olarak belirleniyor ve takım grup mücadelelerini 10 galibiyet ile kapatıyordu, ligde ise maalesef yerli rotasyonunun darlığı nedeniyle sıkıntı yaşanıyordu, 4 numarada yaşanan sıkıntı nedeniyle bir yabancı daha alınması gündeme geliyordu ve yine bir spektaküler transfer yapılarak Lakers’ın 4 numarası Lamar Odom ile anlaşma sağlanıyordu, Lamar’ın uçağa binip Türkiye'ye geleceği gün ise ani bir kararla Lock-out sona eriyor ve takımın bel kemiği Deron Williams ve Semih Erden takımdan ayrılıyordu, işte bu durumda B planı olmayan takımın ne yapacağı konuşulurken tüm medya bu takımın küme düşeceği kanısında uzlaşıyordu, Milangaz’ın sahibi Erdoğan Demirören'in bütçeyi arttırıp Ergin Ataman'a alabileceğiniz en iyi guard ve pivotu alın demesiyle sezon ortasında bir Deron Williams olmasada avrupada gayet kariyerli olan Carlos Arroyo guard olarak takıma transfer ediliyordu, pivot olarak da Semih Erden'den çok daha iyi olan Pops Mensah Bonsu kadroya dahil ediliyordu, B planı olmayan takım lock-out'un bitmesinin hemen ardından sezon ortasında bu kadar iyi iki oyuncu alınca, küme düşer kesin denilen takım tekrar şampiyonluk adayı yapılıyordu.
Derken Türkiye kupası 8'li finalleri maçları başlıyor ve bir önceki sene final oynayan takımdan bu sene şampiyonluk bekleniyordu, fakat şok bir haberle Can akın'ın sakatlanması ve sezonu kapamasıyla zaten dar olan rotasyon iyice daralıyor ve şampiyonluk başka bir bahara kalldı sesleri yükselmeye başlıyordu, takım Türkiye kupasında Serhat Çetin'in efsane oyunuyla yarı finalde Galatasaray, finalde Banvit'i yenip kupayı kazanıyor ve ilk kupa geliyordu, o dar rotasyona rağmen 3 günde oynanan 3 tane zor maç ve kazanılan şampiyonluk takımın kendine olan güvenini arttırıyor ve Eurochallange şampiyonluğu için takım daha çok kenetleniyordu, Eurochallange'da ilk grupta 10 galibiyet alan takım ikinci grupta Fuenlabrada'dan alınan 2 mağlubiyete rağmen 4 galibiyetle 2.olarak gruptan çıkılıyor ve final-four için son engelde kupanın diğer favorisi Artland Dragons ile eşleşiliyordu, takımın o ara formsuz olması ve Arroyo'nun yeni sakatlıktan çıkmasından dolayı Dragons maçlarında çoğu kişi ümitsizliğe kapılsa da Bonsu, Erceg ve Hawkings'in harika oyunlarıyla Dragons 2 maçta da yenilerek şampiyonluk için bir engel daha aşılıyor ve final 4’a kalınıyordu.
Final four'un ilk maçında ev sahibi Macar ekibi Olaj ile eşleşiliyor ve kağıt üstünde favori olan takım Beşiktaş olsada maç inanılmaz zor geçiyor ve son dakikada gelen galibiyet ile Eurochallange kupasında finale çıkıyordu takım, finalde ise rakip turnuvanın diğer favorisi Fransız Elan Chalon oluyordu, harika üçlük yüzdesi olan rakibe karşı ilk 3 periyot süper oynayan takım son periyot gevşeyince rakip farkı kapatıyor ama yine son 1 dakikadaki performansla Elan Chalon yenilerek 2.şampiyonluk da geliyordu üstelik avrupada Efes Pilsen'den sonra kazanılan ilk kupa olarak tarihe geçiyordu takım.
Önce Türkiye kupası ardından Eurochallange’ın kazanılmasıyla artık tek hedef kalmıştı o da Türkiye şampiyonluğu, takım ligi 4.bitirdiği için 5.olan Fenerbahçe ile eşleşti ev sahibi avantajı olmasına rağmen kadro olarak Fenerbahçe çok daha geniş ve güçlü bir kadroya sahipti ve Fenerbahçe elense bile yarı finalde 1.galatasaray ile karşılaşacaktı takım üstelik saha avantajı da Galatasaray'da olacaktı, bu zor kuradan dolayı lig şampiyonluğu pek olası gözükmüyordu ama Ergin Ataman her defasında hedeflerinin 3.kupayı da kazanmak olduğunu yineliyordu. çeyrek finalde Fenerbahçe'ye karşı ilk maçta kazanılan mucize galibiyet(Arroyo’nun orta sahadan attığı son saniye üçlüğü ve maçı uzaması sonrası gelen galibiyet) şampiyonluğa olan inancı daha da arttırıyordu, Fenerbahçe'yle deplasmanda oynanan 2.maçta da takım harika oynuyor ve kazanarak seiyi 2-0 ile geçiyor adını yarı finale yazdırıyordu.
Rakip bu sefer Galatasaray'dı yani ligin favorisi, kadro olarak çok daha güçlülerdi saha avantajı da onlardaydı, ilk maçta büyük farktan geri gelen takım Arroyo’nun son saniye üçlüğünün potadan çıkmasıyla maçı kaybediyor ama Galatasaray’a karşı da kıran kırana mücadele edeceğini gösteriyordu, 2.maçta ise daha kontrollü oynayan takım bu maçın kaybedilmesiyle serinin biteceğinin farkında olup harika bir oyunla maçı alıyor ve saha avantajını da eline geçiriyordu, 3.maç için Akatlardan Sinan Erdem’e taşınıyordu takım, çünkü Fener serisinde Akatlar taraftara yetmemiş içerdeki taraftardan daha fazlası dışarda kalmıştı, Galatasaray serisinin Sinan Erdem'e taşınmasıyla 15 bin taraftar önünde takım 3.maçı kazanıyor ve seride 2-1 öne geçiyordu, serinin 4.maçı yine Sinan erdemde oynanıyor ve 15 bin kişilik Sinan Erdem'in dolması bir yana dışarda da 5 bin kişi kalıyordu, taraftarda takıma artık inanıyor ve şampiyonluk için tam destek veriyordu 4.maç en zor maç olacak diye düşünülürken taraftarın inanılmaz desteğiyle en kolay maç oluyordu ve favori Galatasaray'ı 84-73 yenen Beşiktaş finale çıkıyordu.
Finalde rakip Anadolu Efes olmuştu, bu maçları oynamaya çok alışık bir takım olan Anadolu Efes yarı finalde Banvit'i eleyerek finale gelmişti, çeyrek final ve yarı finalde favoriler hep Beşiktaş'ın rakipleriydi ama finalde şemsiye tersine dönmüştü çünkü takım inanılmaz bir hava yakalamıştı ve buraya kadar gelmişken bırakmaya hiç niyeti yoktu, Anadolu Efes'in kadrosu çok geniş ve Beşiktaş'a göre çok daha güçlüydü, saha avantajı da onlardaydı ama bu takım taraftarının da gücüyle şampiyonluğu istiyordu, başta Ergin Ataman olmak üzere Arroyo, Hawkings, Erceg, Pops ve takımın yerlileri şampiyonluğu çok istiyorlardı, finalin ilk iki maçı Anadolu Efes'in sahasında oynandı ve Beşiktaş iki maçta da rakibi sahadan silerek harika oyunlarla maçları kazanarak seriyi 2-0 yaptı bundan sonraki 2 maç Beşiktaş'ın sahasında oynanacaktı ve herkes 4-0 ile serinin biteceğini düşünüyordu fakat Anadolu Efes seriyi bırakmadı ve 3.maçı hakemlerin de desteğiyle 2-1’e getirdi 4.maç ise hakemlere rağmen Beşiktaş'ın oldu ve 3-1 ile Anadolu Efes'in sahasına geçildi 5.maçta yine hakemler ön plandaydı ve sanki kaybedilen ilk maçın bir kopyası oynanıyordu, son saniyede tüm defansın uyuması sonucu Doğuş'un attığı basketle kazanan Anadolu Efes seiyi 3-2 ye getirerek şampiyonluğu bende istiyorum mesajını veriyordu 6.maç yine Beşiktaş'ın sahasında oynanacaktı ve herkes şampiyonluk kutlamak için Abdi İpekçi'yi doldurmuştu, tüm taraftar 40 dakika susmadı Arroyo’nun Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarındaki efsane oyunu bu maçta da devam etti ve Beşiktaş maçı 80-76 alarak tam 37 sene sonra 2.şampiyonluğunu kazandı.
Ergin Ataman sezon başındaki o kötü durumda takımı ayakta tutmasını başardı. Gerçi ortada takım bile yoktu ama o kolayı seçip ayrılmadı, sponsor bulundu ve tamamen yerinde transferlerle kısıtlı bir kadro kuruldu, Türkiye kupası tarihte ilk defa kazanıldı, Avrupada kupa kazanıldı ve bu ikisinden çok daha önemli olan kupa yani TÜRKİYE ŞAMPİYONLUĞU kazanıldı, Deron Williams'ın gitmesiyle bu takım küme düşer denilirken bu takım Ergin Ataman'ın liderliğinde katıldığı 3 kupayı da kazanarak, inanılması çok güç olan birşeyi gerçekleştirdiler ve TARİHE GEÇTİLER.
2012-2012 BASKETBOL SEZONU TÜRKİYE TARİHİNİN EN UNUTULMAZ BASKETBOL SEZONU OLARAK TARİHE GEÇTİ, BİR SÜRÜ OLUMSUZLUKLA BOĞUŞAN BEŞİKTAŞ ÖNCE TÜRKİYE KUPASI SONRA AVRUPA ŞAMPİYONU OLDU VE SON OLARAK DA 4 TAKIMIN FAVORİ GÖSTERİLDİĞİ KENDİ ADININ ANILMADIĞI TÜRKİYE LİGİNDE ŞAMPİYON OLARAK 3 KUPA KAZANDI, BU 3 KUPAYI KAZANAN BEŞİKTAŞ BASKETBOL TARİHİNE GEÇTİ.
10 Haziran 2012 Pazar
Rodos
Yunanistan gezimizin son durağı Rodos'tu, hani şovalyeleriyle ünlü olan, dünyanın 7 harikasından birinin olduğu yer olan Rodos, Girit'ten Sky Express'in 40 kişilik pırpır uçağıyla 1 saatte Rodos'a vardık, Rodos havaalanı Rodos'a otobüsle 25 dakika, taksiler Rodos'ta çok pahallı, sokağa atacak paranız yoksa tavsiye etmem, biz aynı Girit'te yaptığımız gibi merkezde değil de en güzel sahillerin olduğu yerde otel rezervasyonu yaptırdık, orası da Rodos'a otobüsle 30 dakika uzaklıkta olan Faliraki kasabasıydı, Rodos tarihi olarak güzel ve merkez olduğu içinde kalabalık ama Faliraki hem denizi hem de sahilleri bakımından Rodos merkezden çok daha güzel bir yer, otelimiz Faliraki merkeze yürüyerek 15 dakika uzaklıkta olan İrinna hoteldi, 2 gün için 26 euro ödedik otele, otel dediğime bakmayın bildiğiniz aparttı yani orda 3 kişi de kalsam 26 euro ödeyecektim.
Faliraki'nin gece hayatı çok hareketli ben orayı Kuşadası'na benzettim biraz, hem çok turistik hem de sanki biraz kirlenmiş gibi, yani kafa dinlemek için değil de eğlence ve gece hayatı için tercih edilebilecek bir yer ama sahilleri bakımından Kuşadasıyla asla kıyaslanmayacak kadar güzel. Rodos'taki ilk gecemizde Mario's diye bir tavernaya gittik, şansımıza tavernada düğün vardı, Yunan damat ve İngiliz gelin boydan boya bir masayı doldurmuşlar hem yemeklerini yiyorlardı hem de dans ediyorlardı, çok hoşuma gitti bu düğün benim, farklı ve güzel bir düğündü, Mario's da uzonun dibine vurduk, 8 kadeh içtim, uzo güzel ama şekerli ve bizim rakı kadar sert değil, o gece hem Mario's daki yemekler hem de düğün sayesinde çok keyifli geçti, Mario's dan çıkınca bir bara gidebilirdik aslında çok da güzel eğlenirdik ama arkadaşım sayesinde maalesef istemeye istemeye otele geri döndük, Faliraki'de barların hepsi tamamen doluydu ki şu an düşük sezondayız, Temmuz'da ben Faliraki'yi hayal bile edemiyorum. İkinci gün denize girdik, denizi mükemmel onu söylemek istiyorum ben Türkiye'de o denizi sadece Çeşme'de gördüm, plajları Çeşme'den de güzel, insanın sabah gelip hava kararıncaya dek orda kalası geliyor ama tabi bizim vaktimiz kısıtlıydı, denize girdikten sonra bi cafede Yunanlıların meşhur Frappesinden içtik, o öve öve bitiremedikleri Frappe'yi hiç beğenmedim açıkçası.
Akşam Rodos merkeze gittik bir dostumuzun önemle tavsiye ettiği bir restoranta gitmemiz lazımdı, restoran hemen Faliraki-Rodos otobüsünden inince karşıda adı İndigo, dostumuz Rodos'ta mutlaka İndigo'da Stifado yememizi tavsiye etmişti, biz de onun o tavsiyesine uyduk ki iyiki dinlemişiz, harika bir et yemeği ve en güzel yapan yerde İndigo.
Girit ve Rodos'u kıyaslamam gerekirse her türlü Girit derim, Rodos dinlenilecek bir yer değil ve küçük bir ada en fazla 3 gün yeterli ama Girit 1 haftada zor biter ve her yeri keyifli. Rodos'tan sonra durağımız artık Türkiye olacaktı, Rodos'tan hızlı feribotla Marmaris'e geçtik, 1 saatte Rodos'tan Marmaris'e varıyorsunuz, o anlamda gayet güzel ama o feribotun fiyatı bence çok pahalı: 50 euro. Rodos için diyeceğim son şey ise yakın olduğu için gidilebilir ama asla mutlaka gidilmesi gereken bir yer değil.
Faliraki'nin gece hayatı çok hareketli ben orayı Kuşadası'na benzettim biraz, hem çok turistik hem de sanki biraz kirlenmiş gibi, yani kafa dinlemek için değil de eğlence ve gece hayatı için tercih edilebilecek bir yer ama sahilleri bakımından Kuşadasıyla asla kıyaslanmayacak kadar güzel. Rodos'taki ilk gecemizde Mario's diye bir tavernaya gittik, şansımıza tavernada düğün vardı, Yunan damat ve İngiliz gelin boydan boya bir masayı doldurmuşlar hem yemeklerini yiyorlardı hem de dans ediyorlardı, çok hoşuma gitti bu düğün benim, farklı ve güzel bir düğündü, Mario's da uzonun dibine vurduk, 8 kadeh içtim, uzo güzel ama şekerli ve bizim rakı kadar sert değil, o gece hem Mario's daki yemekler hem de düğün sayesinde çok keyifli geçti, Mario's dan çıkınca bir bara gidebilirdik aslında çok da güzel eğlenirdik ama arkadaşım sayesinde maalesef istemeye istemeye otele geri döndük, Faliraki'de barların hepsi tamamen doluydu ki şu an düşük sezondayız, Temmuz'da ben Faliraki'yi hayal bile edemiyorum. İkinci gün denize girdik, denizi mükemmel onu söylemek istiyorum ben Türkiye'de o denizi sadece Çeşme'de gördüm, plajları Çeşme'den de güzel, insanın sabah gelip hava kararıncaya dek orda kalası geliyor ama tabi bizim vaktimiz kısıtlıydı, denize girdikten sonra bi cafede Yunanlıların meşhur Frappesinden içtik, o öve öve bitiremedikleri Frappe'yi hiç beğenmedim açıkçası.
Akşam Rodos merkeze gittik bir dostumuzun önemle tavsiye ettiği bir restoranta gitmemiz lazımdı, restoran hemen Faliraki-Rodos otobüsünden inince karşıda adı İndigo, dostumuz Rodos'ta mutlaka İndigo'da Stifado yememizi tavsiye etmişti, biz de onun o tavsiyesine uyduk ki iyiki dinlemişiz, harika bir et yemeği ve en güzel yapan yerde İndigo.
Girit ve Rodos'u kıyaslamam gerekirse her türlü Girit derim, Rodos dinlenilecek bir yer değil ve küçük bir ada en fazla 3 gün yeterli ama Girit 1 haftada zor biter ve her yeri keyifli. Rodos'tan sonra durağımız artık Türkiye olacaktı, Rodos'tan hızlı feribotla Marmaris'e geçtik, 1 saatte Rodos'tan Marmaris'e varıyorsunuz, o anlamda gayet güzel ama o feribotun fiyatı bence çok pahalı: 50 euro. Rodos için diyeceğim son şey ise yakın olduğu için gidilebilir ama asla mutlaka gidilmesi gereken bir yer değil.
4 Haziran 2012 Pazartesi
Girit
Girit'e gitmeyi Çağan Irmak'ın "Dedemin İnsanları" filmi biter bitmez kafama koymuştum, kültürü bize çok benzese de ve internetten çok şey okusam da bir yer hakkında tam bilgi sahibi olmak için oraya gitmek tek şart diye düşünüyorum ve bu planımı gerçekleştirdim, az önce Girit'ten ayrılıp Rodos'a geçmek icin uçağa bindik, ben de uçakta 1 saat boyunca sizlere Girit izlenimlerimi yazmak istedim.
Atina'da başladı Yunanistan yolculuğumuz Atina hakkında izlenimlerimi yazmıştım, Atina'da 1 gece kaldıktan sonra Sky Express'in 40 kişilik küçük uçağıyla Girit'e geçtik, Atina-Girit arası uçakla 1 saat, feribotla 8 saat sürüyor, Girit havaalanı denize sıfır çok ufak ve şirin bir havalimanı indikten sonra dışarıda otobüslerle merkeze gidiyorsunuz, Girit'in merkezi İraklio ama eğer Girit'in tadını çıkarmak istiyorsanız Hanya'ya gitmelisiniz, İraklio hem kalabalık hem de Hanya'ya göre daha kirli, Girit 4 şehirden oluşuyor: merkez İraklio, Retimno, Hanya ve Nikolaos. Uçaktan inince belediye otobüsüyle otogar'a gittik oradan Hanya otobüsüne bindik, Hanya İraklio'ya 2 saat uzaklıkta harika bir şehir, hatta dilimizdeki görürsün Hanya'yı Konya'yı da lafı oradan gelmektedir. 3 gece kaldık Hanya'da gerçekten çok güzel bir tatil oldu, 3 gece yetmedi diyebilirim 4 gece Hanya için ideal aslında, 4 gece kalırsanız tamamen tadını çıkarabilirsiniz diye düşünüyorum. Hanya'da kaldığımız otel hotel Ranieris harika bir otel, manzarası muhteşem, sahipleri inanılmaz iyi insanlar, Hanya'da gezmek için yapılacak tek şey araba kiralamak, tüm turistler de oyle yapıyor zaten, şu an sezon olmadığı için araba kiraları ucuz biz 2 gün için 100 euro'ya anlaştık üstelik arabayı da havaalanında bıraktık, 2 günde arabayla tüm Hanya'yı keşfettik ama bir gün daha olsaydı bir kaç yere daha gidilirdi.
Gece otele 23.30'da geldik dolayısıyla o gece bir yere çıkamadık ama sabah erkenden araba kiralayarak gezmeye başladık. İlk gun Almirida diye bir sahil köyüne gittik, plajı harika tavernaları meşhur bir kasaba, deniz gerçekten mükemmeldi hafif rüzgar estiği için biraz soğuktu ama tertemizdi, tavernalar ise kıyıda sıralanmış, istediğinize girebilirsiniz, biz bir arkadaşımızın tavsiyesiyle Psaros'a girdik levrek yedik onun dışında Girit salatası ve Girit'in yerel rakısı olan Çikudya'yı denedik, Çikudya yemek sonrasi digestive olarak getiriliyor ve inanılmaz sert bir içki tüm vücudu yakıyor, boğma rakı içinde hiç katkı maddesi yok evlerde yapılıyor.
Almirida'dan çıktıktan sonra otele geldik üstümüzü değiştirip Hanya merkeze indik, Old Town dedikleri denize sıfır cafelerin sıralandığı çok güzel bir yer yapmışlar, ambiyansi harika bir yer cafelerde calışanlar son derece misafirperverler. Waffle yemenizi tavsiye ederim gerçekten mükemmel yapıyorlar waffle'ı.
İlk gun boyle bitti ikinci gün otel resepsiyonistinin tavsiyesi uzerine Balos diye bir plaja gittik otele yaklaşık 45 dakika uzaklıkta ama inanilmaz bir yer, tam bir doğa harikasi Balos. Belirli bir yerden sonra bir patikaya giriyorsunuz ve tam 20 dakika tırmanıyorsunuz arabayla, yanınız uçurum, düşerseniz 500 metre yuvarlanıp denize gidersiniz, sık sık durarak fotoğraf çektik öyle inanılmaz bir manzara ki aşık olmamak elde değil, 20 dakikalık tırmanıştan sonra arabayı bir yerde bırakıp bu sefer 20 dakikalik bir yürüyüşe başladık ve indiğimizde gördüğümüz manzara ile ağzımız açık kaldı, böyle bir güzellik dünyanın hiç bir yerinde yok diyebilirim, mavi ve yeşil bir bütün olmuş, deniz kumsal iç içe muhteşem bir doğa manzarası karşınıza çıkıyor. Fotoğraf çekmekten doğru dürüst yüzemedim desem yeridir, Demem o ki eğer bir gün Girit'e gidecekseniz BALOS'a muhakkak gidin.
Balos'tan kolay kolay ayrılamadım ama gitmemiz gerekiyordu ve 20 dakikada indiğimiz yeri 45 dakikada çıkabildik adeta climbing yapık, Balos'tan çıkınca Kalo Stalos'a böreki yemeye gittik, Girit'in yerel lezzetlerinden biri de böreki ve cidden çok lezzetli kesinlikle denemelisiniz, böreki yedikten sonra son gecemizi geçirmek icin Hanya merkezde tavernalar caddesine gittik orada da aynı Almirida da olduğu gibi tavernalar kıyıya sıralanmışş ama orada gideceğiniz tek taverna AKROGİALİ olmalı, saat 23.30'a geliyordu biz mekana girdiğimizde ve bomboştu belki de sahibi kapamak üzereydi, Türkiye'de olsa kapalıyız derlerdi ama orada bizi çok iyi karşıladılar, sahibi inanilmaz iyi ve misafirperver birisi, Türk olduğumuzu öğrenince daha da ilgilendi açıkçası getirdigi salatalar inanilmazdi ben ki salata manyaği birisiyim o salataları ömrü hayatımda unutamayacağım, salatadan sonra midye istedik, yunan midyesi bizim midyeden çok farklıymış, tad olarak da maalesef cok daha güzeldi, şarap ve pesto ile terbiye ederek sunuluyor ve gerçekten çok lezzetli, midyeden sonra balıklarımız geldi, balıklar her daim taze ve Akrogiali'nin özel soslarıyla çok daha lezzetli oluyor. Balıkla beraber Uzo içtik, uzo bizim rakıya göre çok hafif evet güzel ama Türk rakısını hiçbişeye değişmem açıkcası, balıklar bittikten sonra kendi ikramı olan tatlıları getirdi mekanin sahibi Yorgo, o kadar güzeldi ki tatlı tarifini isteyecektim, tatlılar bittikten sonra Psaros'da da ikram edilen Çikudya geldi, meğerse Girit'te her yemekten sonra ikram olarak getirilirmiş, ilk başta istemedik çünkü Psaros'daki cok acıydı ama Yorgo'nunn ısrarlarıyla içtim bu sefer hic acı gelmedi ve cidden hazmı kolaylaştırması açısından gayet yararlı bir içki diyebilirim, Girit rakısı olarak da biliniyor ve sadece evlerde yapıliyor. Girit'te 2 günde elimizden geldiğince gezdik, sezon olmadığı için kalabalık değildi ve bu işimize geldi, rahatça gezebildik, eğer Çeşme ve Bodrum'dan sıkıldıysanız ve çok daha ucuza tatil yapmak istiyorsanız Girit'e muhakkak gidin derim, bu arada kim Türk olduğumuzu öğrendiyse çok sıcak davranı yani Türk düşmanlığı diye bir şey de palavraymış onu anladım.
Gece otele 23.30'da geldik dolayısıyla o gece bir yere çıkamadık ama sabah erkenden araba kiralayarak gezmeye başladık. İlk gun Almirida diye bir sahil köyüne gittik, plajı harika tavernaları meşhur bir kasaba, deniz gerçekten mükemmeldi hafif rüzgar estiği için biraz soğuktu ama tertemizdi, tavernalar ise kıyıda sıralanmış, istediğinize girebilirsiniz, biz bir arkadaşımızın tavsiyesiyle Psaros'a girdik levrek yedik onun dışında Girit salatası ve Girit'in yerel rakısı olan Çikudya'yı denedik, Çikudya yemek sonrasi digestive olarak getiriliyor ve inanılmaz sert bir içki tüm vücudu yakıyor, boğma rakı içinde hiç katkı maddesi yok evlerde yapılıyor.
Almirida'dan çıktıktan sonra otele geldik üstümüzü değiştirip Hanya merkeze indik, Old Town dedikleri denize sıfır cafelerin sıralandığı çok güzel bir yer yapmışlar, ambiyansi harika bir yer cafelerde calışanlar son derece misafirperverler. Waffle yemenizi tavsiye ederim gerçekten mükemmel yapıyorlar waffle'ı.
İlk gun boyle bitti ikinci gün otel resepsiyonistinin tavsiyesi uzerine Balos diye bir plaja gittik otele yaklaşık 45 dakika uzaklıkta ama inanilmaz bir yer, tam bir doğa harikasi Balos. Belirli bir yerden sonra bir patikaya giriyorsunuz ve tam 20 dakika tırmanıyorsunuz arabayla, yanınız uçurum, düşerseniz 500 metre yuvarlanıp denize gidersiniz, sık sık durarak fotoğraf çektik öyle inanılmaz bir manzara ki aşık olmamak elde değil, 20 dakikalık tırmanıştan sonra arabayı bir yerde bırakıp bu sefer 20 dakikalik bir yürüyüşe başladık ve indiğimizde gördüğümüz manzara ile ağzımız açık kaldı, böyle bir güzellik dünyanın hiç bir yerinde yok diyebilirim, mavi ve yeşil bir bütün olmuş, deniz kumsal iç içe muhteşem bir doğa manzarası karşınıza çıkıyor. Fotoğraf çekmekten doğru dürüst yüzemedim desem yeridir, Demem o ki eğer bir gün Girit'e gidecekseniz BALOS'a muhakkak gidin.
Balos'tan kolay kolay ayrılamadım ama gitmemiz gerekiyordu ve 20 dakikada indiğimiz yeri 45 dakikada çıkabildik adeta climbing yapık, Balos'tan çıkınca Kalo Stalos'a böreki yemeye gittik, Girit'in yerel lezzetlerinden biri de böreki ve cidden çok lezzetli kesinlikle denemelisiniz, böreki yedikten sonra son gecemizi geçirmek icin Hanya merkezde tavernalar caddesine gittik orada da aynı Almirida da olduğu gibi tavernalar kıyıya sıralanmışş ama orada gideceğiniz tek taverna AKROGİALİ olmalı, saat 23.30'a geliyordu biz mekana girdiğimizde ve bomboştu belki de sahibi kapamak üzereydi, Türkiye'de olsa kapalıyız derlerdi ama orada bizi çok iyi karşıladılar, sahibi inanilmaz iyi ve misafirperver birisi, Türk olduğumuzu öğrenince daha da ilgilendi açıkçası getirdigi salatalar inanilmazdi ben ki salata manyaği birisiyim o salataları ömrü hayatımda unutamayacağım, salatadan sonra midye istedik, yunan midyesi bizim midyeden çok farklıymış, tad olarak da maalesef cok daha güzeldi, şarap ve pesto ile terbiye ederek sunuluyor ve gerçekten çok lezzetli, midyeden sonra balıklarımız geldi, balıklar her daim taze ve Akrogiali'nin özel soslarıyla çok daha lezzetli oluyor. Balıkla beraber Uzo içtik, uzo bizim rakıya göre çok hafif evet güzel ama Türk rakısını hiçbişeye değişmem açıkcası, balıklar bittikten sonra kendi ikramı olan tatlıları getirdi mekanin sahibi Yorgo, o kadar güzeldi ki tatlı tarifini isteyecektim, tatlılar bittikten sonra Psaros'da da ikram edilen Çikudya geldi, meğerse Girit'te her yemekten sonra ikram olarak getirilirmiş, ilk başta istemedik çünkü Psaros'daki cok acıydı ama Yorgo'nunn ısrarlarıyla içtim bu sefer hic acı gelmedi ve cidden hazmı kolaylaştırması açısından gayet yararlı bir içki diyebilirim, Girit rakısı olarak da biliniyor ve sadece evlerde yapıliyor. Girit'te 2 günde elimizden geldiğince gezdik, sezon olmadığı için kalabalık değildi ve bu işimize geldi, rahatça gezebildik, eğer Çeşme ve Bodrum'dan sıkıldıysanız ve çok daha ucuza tatil yapmak istiyorsanız Girit'e muhakkak gidin derim, bu arada kim Türk olduğumuzu öğrendiyse çok sıcak davranı yani Türk düşmanlığı diye bir şey de palavraymış onu anladım.
3 Haziran 2012 Pazar
Atina
Yunanistan turumuz Atina'dan başladı, Atina küçük bir şehir olmasına rağmen içinde barındırdığı kültürle dünyanın en önemli şehirlerinden biridir. Hem Yunan tanrıları hem de ünlü filozofların yaşadığı bir şehir olarak zaten çok farklı bir şehir olmuştur Atina.
Atina'ya pazar günü İstanbul'dan Thy'nin 12.50 uçağıyla gittim, saat 14'de havaalanına ayak bastım, Atina havaalanı şehre çok uzak ama tabi ki her havaalanında olduğu gibi metroyla kolay bir şekilde şehre ulaşabiliyorsunuz. Metro hemen havaalanı çıkışında yürüyerek 2 dakika bile sürmüyor, metroda ilgimi çeken ise Türkiye'deki gibi turnikeler yok yani bilet almadan da geçebilirsiniz ama tabi ki herkes bilet alıyor, havaalanı bileti 8 euro, normal bilet ise 1.2 euro. Normal bilet alıp da havaalanına gidebilirsiniz kimse kontrol etmiyor ama bence kimse böyle bir şey yapmıyordur. Havaalanından metroyla şehir merkezi yaklaşık 40 dakika sürüyor. Omonia, Syntagma ve Monastraki merkezdeki üç cadde, bizim otel Monastraki metro istasyonunda indikten sonra yaklaşık 4 dakikaydı, Attalos otelde kaldık 3 yıldızlı ufak ama tam şehir merkezinde olan, sadece yatmak için bence çok güzel bir oteldi. Otele yerleştikten sonra Akropolis'e gidelim dedik ama pazar günü erken kapandığı için gidemedik ne yapsak diye düşünürken aklımıza o gün Olympiakos-Panathinaikos basket maçı olduğu geldi, acaba gitsek bilet bulup girebilirmiyiz diye düşünürken şansımızı deneyelim dedik ve metroyla Pire'ye geçtik, Olympiakos Pire semtinin takımı, Pire Atina'ya metroyla Monostraki'den yaklaşık 25 dakika, Pire metronun son durağı, Olympiakos'un salon ise son duraktan bir durak önce, meşhur Peace and Friendship stadyumuna metrodan indikten sonra yürüyerek 4 dakikada ulaşıyorsunuz, basket salonlarının tam karşısında futbol stadları var adamlar orayı adeta Olympiakos cehennemine çevirmişler, heryer kırmızı beyaz oluyor zaten, başka bir renk giyen kimseyi bulamazsınız maç zamanı, maçın başlamasına 1 saat kala vardık salona ve sormaya başladık bilet( hic umudumuz yoktu, çünkü final maçıydı ve Olympiakos-Panathinaikos maçları dünyanın en büyük basket derbisidir) 3-5-10 kişi derken bir bilet bulduk ama biz iki kişiydik, riske girdik ve o bileti aldık üstelik biz karaborsada 30 euro'ya kadar gözden çıkarmışken adam bileti bize kendi fiyatından sattı:10 euro, orada yaklaşık 14 bin Olympiakos taraftarı vardı ve biz Türküz deyince hepsi bize büyük dostlukla yaklaştı çünkü 1 hafta önce İstanbul'da Euroleague şampiyonu olmuşlardı ve Türkiye onlar için özeldi bir yerdi.
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim Yunanistan'da asla Türk düşmanlığı yok, Atina, Girit ve Rodos'ta kaldığımız 6 günde hangi Yunanlıyla sohbet etsek ve Türk'üz desek hepsi de inanılmaz güleryüzlü olarak karşıladı bizi, gayet de misafirperver ve dostça davranıyorlar Türklere. İkinci bileti aramaya başladık tabi ilkini bulunca ve onu da kolayca bulduk ve onu da fiyatı neyse ona aldık karaborsa değil, adamlar Türkiye'den geldik maç için diyince daha da yardımcı oldular bilet bulmamız için. Salona girdik ve o salondaki ambiyansı görünce direk şunu düşündüm Beşiktaş-Fenerbahçe-Galatasaray müsabakaları da neymiş, inanılmaz bir ambiyans, atmosfer ve 14 bin Olympiakos taraftarı salonu adeta cehenneme çevirmişler, hep bir ağızdan hiç durmadan yapılan tezahüratlar, rakibi baskıya almak için yapılan her türlü şey, ses bombaları, meşaleler herşey orda vardı, sigara içmek serbest mi bilmiyorum ama salonda içmeyen bi bizdik, kızlar da erkekler gibi hep bir ağızdan erkeklerin yaptıkları kadar rakibi baskı altına alıyorlardı, ben hiçbir zaman bu kadar kız görmedim Türkiye'de bir maçta(ceza maçları hariç) ve oraya oturmaya gelmemişler hepsi sesleri kısılana dek bağırdı maç bitene dek. Hani deplasman diyoruz ya işte Peace and Friendship salonu deplasman tanımının en iyi örneği kesinlikle. Ölmeden önce yapılması gereken şeylere kesinlikle eklenmeli Olympiakos-Panathinaikos basket maçını o salonda izlemek. Maçı Olympiakos büyük fark atarak kazandı, ama her baskette sanki o an öne geçmiş gibi seviniyorlar, çığlıklar atıyorlardı. Maçı Olympiakos kazandı ve o kalabalık salon 5 dakikada boşaldı ve dağıldı tezahüratlar ederek.
Burda Yunan polisine de değinmek istiyorum adamlar sadece oradalar, ne bir şeye karışıyorlardı, ne bi çıkıntılık yapıyorlardı, Türk polisiyle karşılaştırınca bence aralarında çok fark var keşke bizim poliste öyle olsa. Maç bitiminde Pire'de güzel bir restoran olan Karsi restorana gittik, Marina Zea bölgesinde olan Karsi'de deniz mahsülü yemek gerçekten çok keyifli, manzarası da harika direk denize bakıyor. Karsi'de yediğimiz balık ve ahtapot harikaydı, servis de en az yemekler kadar harikaydı, yemek yedikten sonra Marina Zea'da bi kafede oturduk denize karşı tatlılarımızı yedik ve sonra taksiyle Atina merkeze döndük, otelimizin olduğu Monostraki'ye, orada biraz turladık gece 2 olmasına rağmen gayet hareketliydi Plaka bölgesi, zaten Atina'nın en turistik bölgesi Plaka bölgesidir, güzel tavernalar ve cafeler hep o bölgede sıralanmışlardır. Orada kısa bir tur attiktan sonra otele gittik ve uyuduk sabah erken kalkıp Atina'yı yerle bir edecektik ve akşam 19'da Girit uçağımız vardı.
Sabah kalktık ve ilk durağımız her turistin yaptığı gibi Akropolis oldu, Akropolis Yunanca yüksek şehir anlamına geliyor ve tüm Atina ayaklarınızın altında oraya çıktığınızda, giriş 12 euro ama 1 hafta geçerli o bilet ve sadece Akropolis değil müzelere giriş için de kullanılıyor. Akropolis yavaş yavaş gezilmesi gereken bir yer çünkü heryeri tarih kokuyor, her yeri inanılmaz büyüleyici, Akropoliste minimum 3 saat kalmak lazım ki aslında o da yetmez ama bizim biraz acelemiz vardı o yüzden 3 saatte hızlandırılmış tur ile gezdik, müzeleri pas geçmek zorunda kaldık ki sadece müzeler 5 saatte geziliyor, Akropolis harika ama maalesef Yunanistan o kültüre sahip çıkamamış, çok yıpranmış restore çalışmaları biz ordayken devam ediyordu ama zaten fazla bi şey kalmamış eski fotoğrafını görünce anlıyorsunuz bunu.
Akropolisten indikten sonra gezilmesi gereken diğer yerlere sırasıyla gittik, Atina'da gezilmesi gereken yerler Akropolisten başlayarak birbirine çok yakın, hani sanki resmen turistlerin gezmesi için bilerek öyle dizilmişler gibi o yüzden turistler çok şanslı ve şehir 1 gününüzü ayırırsanız kolayca geziliyor. Akropoliste Heredot Atticus tiyatrosu, Dionizos tiyatrosu, Athena Nike(dünyaca ünlü nike markası da burdan geliyor) tapınağı, Parthenon tapınağı, Thesion tapınağı zaten burdayız diyolar onları görmeden ordan inme şansınız yok. Akropolisten indikten sonra az dinlenip direk Atina üniversitesine gittik, Akademi ve ulusal kütüphane de Atina üniversitesinin hemen yanında orayı gezdikten sonra ver elini ilk Olimpiyatların yapıldığı Olimpiyat Stadyumuna, giriş 3 euro ama değer, orada da 30 dakika geçiriyorsunuz, Olimpiyat Stadyumundan sonra ise Zappio tarihi binasına geçtik ki yürüyerek 5 dakika oradan da yine yürüyerek 5 dakika olan Zeus tapınağına gittik. Zeus tapınağı da çok ihtişamli bir yapı ve muhakkak gidilmesi gereken bir yer ordan da şehrin merkezinde olan tarihi Parlemento Binasina geçtik, orayı da gezdikten sonra ki saat 5 olmuştu artık otele geçip bavullarımıı alıp havaalanına doğru yol aldık, sabah 9'dan akşam 5'e kadar gezerek Atina'nın gezilmesi gereken yerlerini bitirdik sadece müzeler kaldı. Dediğim gibi atina'yı gezmek için 1 gün yeter ama yine de bizim gibi sıkıştırılmış ve yorucu bir tur yapmamak icin 2 gün ayırmak daha mantıklı olur. Atina'da kime ne sorsak bize çok yardımcı oldu, taksicilerin hepsi Türk oldugumuzu direk tahmin etti, taksiciler çok kültürlü, bir taksici Özal ve Çiller döneminden bahsedip Türk siyasetine bile girdi.
Yunanistanla ilgili dikkatimi çeken bir şey de hangi cafe ya da restorana oturursanız oturun direk 1 şişe su geliyor, sadece Atina'da değil Girit ve Rodos'ta da bu böyleydi ve çok hoşuma gitti bu olay, Türkiye'de 200 ml suyu bile parayla satarlarken Yunanistan'da bunu görmek beni açıkçası çok şaşırttı ama bence olması gerekende bu, su berekettir ve sudan ücret asla alınmamalıdır, dikkatimi çeken başka bir nokta ise maalesef kredi kartı sorunu, gerek Atina gerek Girit gerekse Rodos üç yerde de maalesef kredi kartı geçen yer sayısı parmakla gösterecek kadar az, 10 mekana soruyorsak bir veya ikisinde kart geçiyordu, genelde nakit çalışıyor mağazalar, kredi kartı geçen yerlerde de pos makinası yok eski tarz kredi kartı makinası(bilenler bilir kartı koyup kopyalıyorsun, bakiyen yoksa bile ödemiş oluyorsun, çok riskli bir yöntem) var, kart geçmemesi bence bu kadar turist çeken bir ülke için büyük bir eksi.
Atina gezimiz bittikten sonra akşam 7 ucağıyla Girit'e geçtik. Uçak Sky Express(Girit'in havayolu şirketi) in uçağıydı ve yaklaşık 40 kişilik pırpır diye tabir ettiğimiz ufak uçaktı ve kaptanlar bile uçağa bizimle birlikte geldiler, 1 saat süren yolculuktan sonra Girit'e ulaştık.
Atina özellikle Türklerin kesinlikle görmesi gereken bir yer, ortak bir kültürümüz olduğu bir gerçek ve bu kültürü orada görerek yaşamak gerekir, tarihe merakı olanlar ise Akropolis'i görmeden asla ölmemeliler diye düşünüyorum, 2 gün Atina'yı gezmek için ideal, Atina'ya gitmişken mutlaka yapılması gereken bir şey de kesinlikle Olympiakos-Panathinaikos basket maçı izlemek diyorum.
Atina'ya pazar günü İstanbul'dan Thy'nin 12.50 uçağıyla gittim, saat 14'de havaalanına ayak bastım, Atina havaalanı şehre çok uzak ama tabi ki her havaalanında olduğu gibi metroyla kolay bir şekilde şehre ulaşabiliyorsunuz. Metro hemen havaalanı çıkışında yürüyerek 2 dakika bile sürmüyor, metroda ilgimi çeken ise Türkiye'deki gibi turnikeler yok yani bilet almadan da geçebilirsiniz ama tabi ki herkes bilet alıyor, havaalanı bileti 8 euro, normal bilet ise 1.2 euro. Normal bilet alıp da havaalanına gidebilirsiniz kimse kontrol etmiyor ama bence kimse böyle bir şey yapmıyordur. Havaalanından metroyla şehir merkezi yaklaşık 40 dakika sürüyor. Omonia, Syntagma ve Monastraki merkezdeki üç cadde, bizim otel Monastraki metro istasyonunda indikten sonra yaklaşık 4 dakikaydı, Attalos otelde kaldık 3 yıldızlı ufak ama tam şehir merkezinde olan, sadece yatmak için bence çok güzel bir oteldi. Otele yerleştikten sonra Akropolis'e gidelim dedik ama pazar günü erken kapandığı için gidemedik ne yapsak diye düşünürken aklımıza o gün Olympiakos-Panathinaikos basket maçı olduğu geldi, acaba gitsek bilet bulup girebilirmiyiz diye düşünürken şansımızı deneyelim dedik ve metroyla Pire'ye geçtik, Olympiakos Pire semtinin takımı, Pire Atina'ya metroyla Monostraki'den yaklaşık 25 dakika, Pire metronun son durağı, Olympiakos'un salon ise son duraktan bir durak önce, meşhur Peace and Friendship stadyumuna metrodan indikten sonra yürüyerek 4 dakikada ulaşıyorsunuz, basket salonlarının tam karşısında futbol stadları var adamlar orayı adeta Olympiakos cehennemine çevirmişler, heryer kırmızı beyaz oluyor zaten, başka bir renk giyen kimseyi bulamazsınız maç zamanı, maçın başlamasına 1 saat kala vardık salona ve sormaya başladık bilet( hic umudumuz yoktu, çünkü final maçıydı ve Olympiakos-Panathinaikos maçları dünyanın en büyük basket derbisidir) 3-5-10 kişi derken bir bilet bulduk ama biz iki kişiydik, riske girdik ve o bileti aldık üstelik biz karaborsada 30 euro'ya kadar gözden çıkarmışken adam bileti bize kendi fiyatından sattı:10 euro, orada yaklaşık 14 bin Olympiakos taraftarı vardı ve biz Türküz deyince hepsi bize büyük dostlukla yaklaştı çünkü 1 hafta önce İstanbul'da Euroleague şampiyonu olmuşlardı ve Türkiye onlar için özeldi bir yerdi.
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim Yunanistan'da asla Türk düşmanlığı yok, Atina, Girit ve Rodos'ta kaldığımız 6 günde hangi Yunanlıyla sohbet etsek ve Türk'üz desek hepsi de inanılmaz güleryüzlü olarak karşıladı bizi, gayet de misafirperver ve dostça davranıyorlar Türklere. İkinci bileti aramaya başladık tabi ilkini bulunca ve onu da kolayca bulduk ve onu da fiyatı neyse ona aldık karaborsa değil, adamlar Türkiye'den geldik maç için diyince daha da yardımcı oldular bilet bulmamız için. Salona girdik ve o salondaki ambiyansı görünce direk şunu düşündüm Beşiktaş-Fenerbahçe-Galatasaray müsabakaları da neymiş, inanılmaz bir ambiyans, atmosfer ve 14 bin Olympiakos taraftarı salonu adeta cehenneme çevirmişler, hep bir ağızdan hiç durmadan yapılan tezahüratlar, rakibi baskıya almak için yapılan her türlü şey, ses bombaları, meşaleler herşey orda vardı, sigara içmek serbest mi bilmiyorum ama salonda içmeyen bi bizdik, kızlar da erkekler gibi hep bir ağızdan erkeklerin yaptıkları kadar rakibi baskı altına alıyorlardı, ben hiçbir zaman bu kadar kız görmedim Türkiye'de bir maçta(ceza maçları hariç) ve oraya oturmaya gelmemişler hepsi sesleri kısılana dek bağırdı maç bitene dek. Hani deplasman diyoruz ya işte Peace and Friendship salonu deplasman tanımının en iyi örneği kesinlikle. Ölmeden önce yapılması gereken şeylere kesinlikle eklenmeli Olympiakos-Panathinaikos basket maçını o salonda izlemek. Maçı Olympiakos büyük fark atarak kazandı, ama her baskette sanki o an öne geçmiş gibi seviniyorlar, çığlıklar atıyorlardı. Maçı Olympiakos kazandı ve o kalabalık salon 5 dakikada boşaldı ve dağıldı tezahüratlar ederek.
Burda Yunan polisine de değinmek istiyorum adamlar sadece oradalar, ne bir şeye karışıyorlardı, ne bi çıkıntılık yapıyorlardı, Türk polisiyle karşılaştırınca bence aralarında çok fark var keşke bizim poliste öyle olsa. Maç bitiminde Pire'de güzel bir restoran olan Karsi restorana gittik, Marina Zea bölgesinde olan Karsi'de deniz mahsülü yemek gerçekten çok keyifli, manzarası da harika direk denize bakıyor. Karsi'de yediğimiz balık ve ahtapot harikaydı, servis de en az yemekler kadar harikaydı, yemek yedikten sonra Marina Zea'da bi kafede oturduk denize karşı tatlılarımızı yedik ve sonra taksiyle Atina merkeze döndük, otelimizin olduğu Monostraki'ye, orada biraz turladık gece 2 olmasına rağmen gayet hareketliydi Plaka bölgesi, zaten Atina'nın en turistik bölgesi Plaka bölgesidir, güzel tavernalar ve cafeler hep o bölgede sıralanmışlardır. Orada kısa bir tur attiktan sonra otele gittik ve uyuduk sabah erken kalkıp Atina'yı yerle bir edecektik ve akşam 19'da Girit uçağımız vardı.
Sabah kalktık ve ilk durağımız her turistin yaptığı gibi Akropolis oldu, Akropolis Yunanca yüksek şehir anlamına geliyor ve tüm Atina ayaklarınızın altında oraya çıktığınızda, giriş 12 euro ama 1 hafta geçerli o bilet ve sadece Akropolis değil müzelere giriş için de kullanılıyor. Akropolis yavaş yavaş gezilmesi gereken bir yer çünkü heryeri tarih kokuyor, her yeri inanılmaz büyüleyici, Akropoliste minimum 3 saat kalmak lazım ki aslında o da yetmez ama bizim biraz acelemiz vardı o yüzden 3 saatte hızlandırılmış tur ile gezdik, müzeleri pas geçmek zorunda kaldık ki sadece müzeler 5 saatte geziliyor, Akropolis harika ama maalesef Yunanistan o kültüre sahip çıkamamış, çok yıpranmış restore çalışmaları biz ordayken devam ediyordu ama zaten fazla bi şey kalmamış eski fotoğrafını görünce anlıyorsunuz bunu.
Akropolisten indikten sonra gezilmesi gereken diğer yerlere sırasıyla gittik, Atina'da gezilmesi gereken yerler Akropolisten başlayarak birbirine çok yakın, hani sanki resmen turistlerin gezmesi için bilerek öyle dizilmişler gibi o yüzden turistler çok şanslı ve şehir 1 gününüzü ayırırsanız kolayca geziliyor. Akropoliste Heredot Atticus tiyatrosu, Dionizos tiyatrosu, Athena Nike(dünyaca ünlü nike markası da burdan geliyor) tapınağı, Parthenon tapınağı, Thesion tapınağı zaten burdayız diyolar onları görmeden ordan inme şansınız yok. Akropolisten indikten sonra az dinlenip direk Atina üniversitesine gittik, Akademi ve ulusal kütüphane de Atina üniversitesinin hemen yanında orayı gezdikten sonra ver elini ilk Olimpiyatların yapıldığı Olimpiyat Stadyumuna, giriş 3 euro ama değer, orada da 30 dakika geçiriyorsunuz, Olimpiyat Stadyumundan sonra ise Zappio tarihi binasına geçtik ki yürüyerek 5 dakika oradan da yine yürüyerek 5 dakika olan Zeus tapınağına gittik. Zeus tapınağı da çok ihtişamli bir yapı ve muhakkak gidilmesi gereken bir yer ordan da şehrin merkezinde olan tarihi Parlemento Binasina geçtik, orayı da gezdikten sonra ki saat 5 olmuştu artık otele geçip bavullarımıı alıp havaalanına doğru yol aldık, sabah 9'dan akşam 5'e kadar gezerek Atina'nın gezilmesi gereken yerlerini bitirdik sadece müzeler kaldı. Dediğim gibi atina'yı gezmek için 1 gün yeter ama yine de bizim gibi sıkıştırılmış ve yorucu bir tur yapmamak icin 2 gün ayırmak daha mantıklı olur. Atina'da kime ne sorsak bize çok yardımcı oldu, taksicilerin hepsi Türk oldugumuzu direk tahmin etti, taksiciler çok kültürlü, bir taksici Özal ve Çiller döneminden bahsedip Türk siyasetine bile girdi.
Yunanistanla ilgili dikkatimi çeken bir şey de hangi cafe ya da restorana oturursanız oturun direk 1 şişe su geliyor, sadece Atina'da değil Girit ve Rodos'ta da bu böyleydi ve çok hoşuma gitti bu olay, Türkiye'de 200 ml suyu bile parayla satarlarken Yunanistan'da bunu görmek beni açıkçası çok şaşırttı ama bence olması gerekende bu, su berekettir ve sudan ücret asla alınmamalıdır, dikkatimi çeken başka bir nokta ise maalesef kredi kartı sorunu, gerek Atina gerek Girit gerekse Rodos üç yerde de maalesef kredi kartı geçen yer sayısı parmakla gösterecek kadar az, 10 mekana soruyorsak bir veya ikisinde kart geçiyordu, genelde nakit çalışıyor mağazalar, kredi kartı geçen yerlerde de pos makinası yok eski tarz kredi kartı makinası(bilenler bilir kartı koyup kopyalıyorsun, bakiyen yoksa bile ödemiş oluyorsun, çok riskli bir yöntem) var, kart geçmemesi bence bu kadar turist çeken bir ülke için büyük bir eksi.
Atina gezimiz bittikten sonra akşam 7 ucağıyla Girit'e geçtik. Uçak Sky Express(Girit'in havayolu şirketi) in uçağıydı ve yaklaşık 40 kişilik pırpır diye tabir ettiğimiz ufak uçaktı ve kaptanlar bile uçağa bizimle birlikte geldiler, 1 saat süren yolculuktan sonra Girit'e ulaştık.
Atina özellikle Türklerin kesinlikle görmesi gereken bir yer, ortak bir kültürümüz olduğu bir gerçek ve bu kültürü orada görerek yaşamak gerekir, tarihe merakı olanlar ise Akropolis'i görmeden asla ölmemeliler diye düşünüyorum, 2 gün Atina'yı gezmek için ideal, Atina'ya gitmişken mutlaka yapılması gereken bir şey de kesinlikle Olympiakos-Panathinaikos basket maçı izlemek diyorum.
9 Mayıs 2012 Çarşamba
THE AVENGERS
Marvel'in yarattığı ve tüm dünyada büyük hayran kitlesi olan Hulk, Iron Man, Captain America, Thor süper kahramanlarının çizgi romanları sinemaya ne zaman aktarılacak diye herkes merakla bekliyordu, Marvel de bu büyük hayran kitlesi olan çizgi romanları sinemaya aktararak büyük bir gişe kazancı sağlamak istiyordu ama madem bu kadar büyük bir hayran kitlesi vardı film konusunu aceleye getirip hayal kırıklığı yaşatmak istemiyorlardı ki bu konuda haklılardı, harika çizgi karakterler sinemaya kötü bir şekilde aktarılırlarsa bu başarı gölgelenirdi.
Uzun bir planlamadan sonra ilk olarak Hulk(2008) çekildi Edward Norton'un Hulk'ı oynadığı film gayet başarılıydı ve iyi bir gişe yaptı, ardından Iron man(2008) çekildi bu sefer Robert Downey jr başroldeydi, Iron Man hulk'tan daha başarılı oldu, tabi bunda Downey jr'ın Iron Man karakterine uyumu ve ona kattığı özellikler etkili oldu, Iron Man o kadar sevildi ki yapımcılar Iron Man 2'yi çekmeye karar verdiler ve kadroya Black Widow karakteriyle Scarlett johansson eklendi, film ilkine göre daha az gişe yaptı ama bu 3. Filmin çekilmesini engel olması 2013'de Iron Man 3 ile karşımıza çıkacak Downey jr ve Johansson. Iron Man'den sonra Thor(2011)'a sıra gelmişti ve Thor'da Iron Man kadar olmasa da başarılı bir film oldu gişede de gayet iyiydi ki bu yüzden ikincisinin çekimlerine başlandı. Thor da çekilince geriye Captain America(2011) kalmıştı son olarak da geçen yaz o vizyona girdi, diğer filmlere göre en başarısız yapım o olsada diğerlerine göre daha çok sevildi Amerikada, milliyetçilik duyguları taşıdığından dolayı, ama Amerika dışında yoğun eleştiri aldı, bu süper kahraman olamaz diye ki haklıydı bu eleştiriler, diğer 3 kahramanla karşılaştırdığımızda Captain America gerçekten çok sönük kalıyor bu eleştirilere rağmen Captain America'nın da 2.filminin çekimlerine başlandı.
Marvel sinema konusunda acele etmeyerek büyük bir başarı elde etti, 4 kahraman da gişe de o kadar iyi kazandırdılarki ikinci hatta üçüncü filmler çekilmeye başlandı. Marvel'in bu başarısında kahramanları oynayan oyunculardaki seçim de etkiliydi aslında, özellikle Iron Man ve Robert Downey jr aralarında en iyisi oldu ve dünyada en çok sevilende o oldu. Thor karakterini canlandıran Chris Hemsworth de gayet iyiydi, Hulk ve Edward Norton'a zaten kimse bir şey söyleyemezdi, sadece Captain America'yı canlandıran Chris Evans olmadı diyebilirim.
Marvel filmleri çekince ve büyük gişeler elde edince, herkes tarafından şu soru sorulmaya başlandı, bu 4 kahramanın bir arada olacağı bir film yapılacak mı? Bu soruların sorulacağını Marvel filmleri çekmeden önce biliyordu, ve filmleri çekmeden önce eğer istenen başarı kazanılırsa 4 kahramanın da yer alacağı bir film çekileceği planı yapılmıştı, zaten filmlerinin bitiminde dikkat ettiyseniz o büyük filmin ipuçlarıda veriliyordu, ilk başta yazdığım gibi Marvel filmleri çok dikkatli bir plan doğrultusunda çekmek için acele etmemişti ve filmlerin istediği gibi gişe yapması sonucunda asıl film için düğmeye basıldı, 4 süper kahramanın da olacağı THE AVENGERS'ın çekimleri için Iron Man-Robert Downey, Thor- Chris Hemsworth, Captain America- Chris Evans ile anlaşıldı sadece Hulk konusunda pürüz çıktı Edward Norton bu filmde oynamak istemeyince onun yerine Mark Ruffalo Hulk oldu, 4 süper kahramandan birinde fire verilmişti ama bu 4 süper kahramana iki tane daha kahraman eklendi biri Black Widow ile Scarlett Johansson diğeri Hawkeye ile Jeremy Renner oldu. 2012'nin en çok merak edilen filmlerinden biri olan THE AVENGERS uzun bir çekim aşaması sonucunda geçen hafta vizyona girdi ve Amerikada haftasonu gişe kayıtlarında rekor kırarak başladı haftaya ve 1.haftasını cuma dolduracak olmasına rağmen şimdiden en çok izlenen film oldu bile.
Film Marvel'in de tahmin edemeyeceği kadar iyi başladı gişe de ama şunu da eklemek gerekiyorki kesinlikle bu başarıyı hakediyor film, bence tek süper kahramanlı filmlerin hepsinden daha iyi bir film olmuş, oyunculuKlar bile daha iyi diyebilirim, 4 süper kahramanda gayet başarılı demek isterim ama Captain America maalesef bu filmde de vasat, zaten filmin eleştirilebilecek tek yanı da o bence. Bu 4 süper kahramana eklenen Black Widow ve Hawkeye da çok iyi uyum sağlamışlar ve 4 süper 2 tane de normal kahramanın oluşturduğu THE AVENGERS harika bir film olmuş, bu 6 kahramana övgülerimizi sunarken kötü adam Loki karakterindeki Tom Hiddleston'un da çok iyi olduğunu ekleyelim.
Film zaten çok iyiyken 3D olarak da seyirciyi etkilemeyi başarıyor ve bence Avatar'dan sonra çekilen en iyi 3D film olarak sinema tarihine geçiyor. THE AVENGERS 1 hafta gibi kısa bir sürde o kadar başarılı oldu ki, ben bu yazıyı yazarken Marvel'den ikinci filmin çekileceği açıklaması geldi.
Yazımı bitirirken küçük bir not eklemek istiyorum, bu zamana kadar sinemada iki kere gittiğim film sayısı çok azdı ama 3 kez gittiğim film hiç yoktu, sanırım THE AVENGERS'a 3.kez gideceğim, siz de bu sinema ziyafetini sakın kaçırmayın derim.
Uzun bir planlamadan sonra ilk olarak Hulk(2008) çekildi Edward Norton'un Hulk'ı oynadığı film gayet başarılıydı ve iyi bir gişe yaptı, ardından Iron man(2008) çekildi bu sefer Robert Downey jr başroldeydi, Iron Man hulk'tan daha başarılı oldu, tabi bunda Downey jr'ın Iron Man karakterine uyumu ve ona kattığı özellikler etkili oldu, Iron Man o kadar sevildi ki yapımcılar Iron Man 2'yi çekmeye karar verdiler ve kadroya Black Widow karakteriyle Scarlett johansson eklendi, film ilkine göre daha az gişe yaptı ama bu 3. Filmin çekilmesini engel olması 2013'de Iron Man 3 ile karşımıza çıkacak Downey jr ve Johansson. Iron Man'den sonra Thor(2011)'a sıra gelmişti ve Thor'da Iron Man kadar olmasa da başarılı bir film oldu gişede de gayet iyiydi ki bu yüzden ikincisinin çekimlerine başlandı. Thor da çekilince geriye Captain America(2011) kalmıştı son olarak da geçen yaz o vizyona girdi, diğer filmlere göre en başarısız yapım o olsada diğerlerine göre daha çok sevildi Amerikada, milliyetçilik duyguları taşıdığından dolayı, ama Amerika dışında yoğun eleştiri aldı, bu süper kahraman olamaz diye ki haklıydı bu eleştiriler, diğer 3 kahramanla karşılaştırdığımızda Captain America gerçekten çok sönük kalıyor bu eleştirilere rağmen Captain America'nın da 2.filminin çekimlerine başlandı.
Marvel sinema konusunda acele etmeyerek büyük bir başarı elde etti, 4 kahraman da gişe de o kadar iyi kazandırdılarki ikinci hatta üçüncü filmler çekilmeye başlandı. Marvel'in bu başarısında kahramanları oynayan oyunculardaki seçim de etkiliydi aslında, özellikle Iron Man ve Robert Downey jr aralarında en iyisi oldu ve dünyada en çok sevilende o oldu. Thor karakterini canlandıran Chris Hemsworth de gayet iyiydi, Hulk ve Edward Norton'a zaten kimse bir şey söyleyemezdi, sadece Captain America'yı canlandıran Chris Evans olmadı diyebilirim.
Marvel filmleri çekince ve büyük gişeler elde edince, herkes tarafından şu soru sorulmaya başlandı, bu 4 kahramanın bir arada olacağı bir film yapılacak mı? Bu soruların sorulacağını Marvel filmleri çekmeden önce biliyordu, ve filmleri çekmeden önce eğer istenen başarı kazanılırsa 4 kahramanın da yer alacağı bir film çekileceği planı yapılmıştı, zaten filmlerinin bitiminde dikkat ettiyseniz o büyük filmin ipuçlarıda veriliyordu, ilk başta yazdığım gibi Marvel filmleri çok dikkatli bir plan doğrultusunda çekmek için acele etmemişti ve filmlerin istediği gibi gişe yapması sonucunda asıl film için düğmeye basıldı, 4 süper kahramanın da olacağı THE AVENGERS'ın çekimleri için Iron Man-Robert Downey, Thor- Chris Hemsworth, Captain America- Chris Evans ile anlaşıldı sadece Hulk konusunda pürüz çıktı Edward Norton bu filmde oynamak istemeyince onun yerine Mark Ruffalo Hulk oldu, 4 süper kahramandan birinde fire verilmişti ama bu 4 süper kahramana iki tane daha kahraman eklendi biri Black Widow ile Scarlett Johansson diğeri Hawkeye ile Jeremy Renner oldu. 2012'nin en çok merak edilen filmlerinden biri olan THE AVENGERS uzun bir çekim aşaması sonucunda geçen hafta vizyona girdi ve Amerikada haftasonu gişe kayıtlarında rekor kırarak başladı haftaya ve 1.haftasını cuma dolduracak olmasına rağmen şimdiden en çok izlenen film oldu bile.
Film Marvel'in de tahmin edemeyeceği kadar iyi başladı gişe de ama şunu da eklemek gerekiyorki kesinlikle bu başarıyı hakediyor film, bence tek süper kahramanlı filmlerin hepsinden daha iyi bir film olmuş, oyunculuKlar bile daha iyi diyebilirim, 4 süper kahramanda gayet başarılı demek isterim ama Captain America maalesef bu filmde de vasat, zaten filmin eleştirilebilecek tek yanı da o bence. Bu 4 süper kahramana eklenen Black Widow ve Hawkeye da çok iyi uyum sağlamışlar ve 4 süper 2 tane de normal kahramanın oluşturduğu THE AVENGERS harika bir film olmuş, bu 6 kahramana övgülerimizi sunarken kötü adam Loki karakterindeki Tom Hiddleston'un da çok iyi olduğunu ekleyelim.
Film zaten çok iyiyken 3D olarak da seyirciyi etkilemeyi başarıyor ve bence Avatar'dan sonra çekilen en iyi 3D film olarak sinema tarihine geçiyor. THE AVENGERS 1 hafta gibi kısa bir sürde o kadar başarılı oldu ki, ben bu yazıyı yazarken Marvel'den ikinci filmin çekileceği açıklaması geldi.
Yazımı bitirirken küçük bir not eklemek istiyorum, bu zamana kadar sinemada iki kere gittiğim film sayısı çok azdı ama 3 kez gittiğim film hiç yoktu, sanırım THE AVENGERS'a 3.kez gideceğim, siz de bu sinema ziyafetini sakın kaçırmayın derim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)