Geçtiğimiz Cuma-Cumartesi ve Pazar İzmirde 3 gün boyunca Filmekimi vardı, son 2 senedir İzmirde de Filmekiminin yapılmaya başlanmasıyla İzmirli sinemaseverler Karaca sinemasını tıklım tıklım doldurarak adeta 3 gün yetmez, İzmir'de de İstanbuldaki gibi 1 hafta olsun mesajı verdiler.
Geçen sene de gayet doluydu salonlar ama bu sene biletler resmen çıktığı gün bitti, biletixten bilet alamayanlar bilet bulamadılar gişelerde, ben Cuma günü çok güzel filmler olmasına rağmen maalesef çalıştığım için gidemedim, Cumartesi ve Pazar 3'er filme gittim.
Cuma günü bu festivalde en çok gitmek istediğim film Cannes'da da Altın Palmiye kazanan ve büyük tartışmalara neden olan Blue is the Warmest Color'a gidemediğim için çok üzülmüştüm ki, yoğun ilgi sebebiyle Filmekiminin Pazartesine uzatıldığını biletixte gezerken gördüm, ilk 3 gün en yoğun ilgiyle izlenen 3 film Pazartesi tekrar gösterilecekti ve bunlardan biri de Blue is the Warmest Color'du hemen biletimi aldım ve Pazartesi günü 21.30 seansıyla yani Filmekiminin kapanış filmi olarak Blue is the Warmest Color'a da gitmiş oldum.
Şimdi 3 gün boyunca gittiğim 7 filmin 6'sını kısaca değerlendirmek istiyorum, Blue is the Warmest Color'u ise ayrı bir blog yazısı olarak yazacağım.
Cumartesi günü ilk filmim Jim Jarmusch'un Only Lovers Left Alive'dı, vampir filmlerini zaten çok severdim bide yönetmen Jarmusch olunca bu film bu seneki filmekiminde muhakkak görülmesi gereken filmlerden biri olmuştu, filme çok büyük bir beklentiyle girmiştim ve Jarmusch beni şaşırtmadı, tam ondan beklenilen bir vampir filmi olmuş, üstelik Tilda Swinton da harika bir oyunculuk göstermiş, vampir filmlerinde top 5'ime şimdiden girdi bile Only Lovers Left Alive.
Cumartesi ikinci filmim Coen kardeşlerin inside Llewyn Davis'ti, bir müzisyenin hayatını anlatan filmde Justin Timberlake de kısa bir rolle karşımıza çıkıyor, Coenlerin kara mizah filmlerinin hastası çoktur, kendilerine has bir tarzları vardır ama maalesef bu film Coenlerin sinemasına biraz yabancı kalmış ve vasatı aşamamış, Coenler olmasa gidilmez bile, öyle sıradan bir film olmuş, zaten gittiğim 7 filmden keşke izlemeseydim dediğim tek film oldu.
Cumartesi son filmimiz Onur Ünlü'nün vizyona sokmadığı sadece festivallerde gösterilen Sen Aydınlatırsın Geceyiydi, Onur Ünlü farlkı sinema tarzıyla Türkiye'de beğenediğim ender yönetmenlerden biridir, ilk iki filmi Polis ve Güneşin Oğlu filmlerinde maalesef istediğini alamamıştı Ünlü, sonra 5 şehir filmiyle çıkışa geçen ve 2 sene önce Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesiyle Adana'da Altın Kozayı kazanan Ünlü'nün son filmi Sen Aydınlatırsın Geceyi tam anlamıyla beklediğim kalitedeydi, çok beğendim filmi ve vizyona girmemesi bence Türk sineması adına büyük kayıp, film bittikten sonra Onur Ünlü söyleşi için salona girdi ve gerek bu film gerekse Türk sineması hakkında 45 dakikalık soru cevap şeklinde bir söyleşi gerçekleştirdik, özellikle filmi neden vizyona sokmadığı konusunda sorulan sorulara Ünlü tüm içtenliğiyle cevap verdi, yapım şirketlerinin şerefsizliklerini anlattı kısaca ve maalesef Türkiye'de bir film ne kadar çok ödül kazanırsa o kadar az yapımcı sahip çıkıyor gerçeği bir kez daha altını çizilerek konuşuldu.
Cumartesi günü izlediğim 3 filmden ikisinden çok büyük keyif alarak Pazar günü seansına geçtim, Pazar ilk filmimiz Fruitvale Stationdu, Amerikan bağımsız sinemasının son yıllarda çok kaliteli filmler çıkardığını bildiğimden ama yine de büyük bir beklentim olmadan gittim bu filme, filmi izledikten sonra gezi olaylarında hiçbir suçu yokken başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük geldi aklıma ve bence o an sinemada olan herkesin aklına da geldi Ethem, film beklediğimden çok daha iyi bir filmdi, iyi ki gitmişim dedim, filmin sonunda salondan çıkan her 4 kişiden 3'ünün gözleri yaşlıydı ve zaten insan olan o filmden duygulanmadan çıkamaz, film bu Cuma vizyona giriyor, herkes muhakkak izlemeli diyorum. Fruitvale Station kesinlikle kaçmaz.
Pazar günü ikinci filmimiz Fransızların ünlü yönetmeni Francois Ozon'un Young&Beautiful filmiydi, 17 yaşında bir kızın 4 mevsiminin anlatıldığı gayet başarılı bir film olmuş, Ozon'un sinemasını bilen bilir, insan vücudunu filmlerinde ön plana çıkarmayı seven bir yönetmendir ve filmlerini genellikle insan vücudu üzerinden anlatır, bu filmde de 17 yaşındaki Fransız bir kızın hayatında yaşanan olayları ilginç bir şekilde anlatıyor Ozon, bu film de beklediğim gibiydi, gayet keyifle kendini izlettirdi, Ozon severlerin kaçırmayacağını biliyorum ama sinema seven herkes bu filmi izlemeli diyorum.
Pazar son filmimiz ise 2011 senesinde A Separation filmiyle dikkatleri çeken İran'lı yönetmen Asghar Farhadi'nin the past filmiydi, İran'lı bir adam ve Fransız bir kadının 4 sene aradan sonra boşanmak üzere bir araya gelmesi ve geçmişleriyle yüzleşmesini konu alan film gerek oyunculuk gerek hikaye anlamında çok güçlü bir yapım olmuş, Farhadi bu filminde de ağır bir dramatik yapı kurmayı başarmış, film ağır ağır ilerleyip sonunda izleyiciyi can evinden vuruyor, bu sene İran'ın oscar adayı olan The Past, Farhadi'ye ikinci oscarını getirbilecek mi bakalım. dram sevenler bu filmi vizyona girdiği zaman kaçırmamalı diyorum.
Cumartesi ve Pazar izlediğim 6 filmde içime sinmeyen tek film inside Llewyn Davis oldu, onun dışındaki 5 filmde iyi ki gelip izlemişim dediğim filmlerdi, özellikle Frutivale Station en az beklentiyle gidip en çok beğendiğim film oldu diyebilirim.
Filmekiminde en çok izlemek istediğim film olan Blue is the Warmest Color filmine de İzmir'de katılımın yoğun olması nedeniyle Pazartesi gününün de ekstradan konulmasıyla gidebildim, uzun zamandır bir şeye böyle sevinmemiştim açıkçası, çünkü Cuma çalıştığım için gidememiştim ve çok üzülmüştüm, Pazartesi ekstradan film tekrar gösterilince hemen biletimi aldım ve Pazartesi 21.30'da karaca sinemasında yerimi aldım, film 3 saat olduğu için mısırımı ve kolamı alıp, wc'yi de ziyaret edip salona geçtim, bu filmin değerlendirmesini ayrı bir blogda yazacağım demiştim evet yazacağım ama bu yazımı bitirirken sadece şunu yazmak istiyorum, 18 yaşımdan beri yani 10 senedir günde en az 1 çoğu zaman 2-3 film izleyen biri olarak, yaklaşık 6000-7000 civarı film izlemişimdir, şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, beni böyle etkileyen film sayısı 50'yi geçmez ve bu film onların arasına girdi, izlediğim en iyi aşk filmlerinden biri olarak tarihe geçti, BLUE iS THE WARMEST COLOR'U İZLEYİN İZLETTİRİN.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder