2 günlük Moskova macerasından sonra 25 Ağustos’ta Petersburg’a geçmek için Sheremetyevo havaalanından, Aeroflot ile diken üstünde bir saatlik uçuştan sonra akşam 21.30 sularında Pulkovo havaalanına indik, o kadar gergin bir uçuştu ki Petersburg’a indikten sonra tüm uçak avuçları patlarcasına pilotu alkışladı.
Macera dolu bir uçuştan sonra indiğimiz Petersburg’da dolmuşla metroya kadar gidip, metrodan 15 dakikalık bir yolculuk sonrası merkeze yani Nevsky Prospect’e geldik, otelimiz şehrin tam merkezinde olduğu için metrodan indikten sonra 5 dakikalık bir yürüyüş sonrası otele yerleştik, Cumartesi günü Petersburg’da evde bağlasan kimse durmaz lafını gitmeden önce duymuştum ve metroya biner binmez bunun gerçek olduğunu anladım, hava 15 derece olmasına rağmen tüm kızlar mini etek yada kısa elbiselerle metroda Nevksy’ye akın ediyordu, Petersburg Nevsky nehri çevresinde konumlandığı için metro nehrin altına kurulmuş olduğundan baya derinlere yapılmış, yaklaşık 5 dakikalık uzun bir yürüyen merdiven seyahatinden sonra metroya iniyorsun, hani olacağını sanmam ama elektrik kesilse metrodan yukarı çıkmak gerçekten imkansız, Moskova metrosu gibi komplike bir metro olmasa da yine de Türkiye’deki metrolara göre çok daha gelişmiş bir metro Petersburg metrosu da.
Otele yerleştiğimizde saat 22.30 olmuştu ve günün yorgunluğu üstüne aksiyon dolu uçak macerası eklenince o gece aleme akma planımız soru işaretlerine bırakmıştı yerini, ne kadar yorgun olsak da açlığımız yorgunluğumuzdan ağır geldi ve bavulları bırakır bırakmaz yemek yemek için kendimizi dışarı attık, az önce de belirttiğim gibi Cumartesi günü Petersburg’da evde duranı vurdukları için sokaklar resmen bir karnaval gibiydi, özellikle kız nüfusunun erkek nüfusundan en az 4 kat daha fazla olduğu sokakta gezen 100 kişiden 80’inin kız olmasından anlaşılıyordu, o soğukta o kadar ince giyinmek ise tek bir şekilde açıklanırdı sanırım, ateşli olmak.
Uzun bir yürüyüşten sonra bir pizzacıya girdik, arkadaş pizza ben salata istedim, salatayı Türkiye’deki gibi beklediğim için, tabakta tabağın dörtte biri doluluğunda salata gelince büyük bir şok yaşadım ama çaktırmadan yedim, arkadaşın durumu daha vahimdi bir dilim pizzaya 20 tl vermek zorunda kalması Petersburg’un da Moskova kadar pahalı bir memleket olduğunu daha ilk gün suratımıza acı bir şekilde çarptı.
Yemeğimizi yedikten sonra otele döndük, planımız yanımızda getirdiğimiz Jagermeister’den 4-5 shot yapıp hafif çakırkeyif olduktan sonra aleme akmaktı ama maalesef düşündüğümüz gibi olmadı, daha 3.shotta arkadaş sızdı kaldı, ben de ona kıyamadığım için uyandırmadım ve o gece(daha sonra anladık ki ölümcül bir hata yapmışız, Cumartesi gecesini otelde geçirmek hele ki turistsen ve bir daha Cumartesi gecesi Petersburg’da olmayacaksan ölümcül bir hataymış) otel odasında bitti.
Petersburg’a gelmeden planımızda Pazar günü Hermitage’a gitmek vardı(benim Petersburg’a gitme olayım zaten Hermitage’ı görmekti) sabah uyandık, kahvaltımızı yaptık ve Hermitage’a gitmek için yola çıktık, otelimizi booking.com’dan alacağımız zaman ilk dikkat ettiğim şey Hermitage’a yakın olmasıydı ve otelden 5 dakika yürüyerek Hermitage’a vardık, Hermitage dünyanın en büyük müzesi, öyle ki içindeki eserlerin her birine 30 saniye bakarsan 6 ayda ancak gezebileceğin inanılmaz bir kültür deposu, tek kapalı olduğu gün Pazartesi, haftanın 6 günü 10’dan 18’e kadar açık, bileti internetten almak mantıklı çünkü bilet kuyruğu bazen 2 km’yi bile aşıyor, o yüzden işimizi şansa bırakmayıp internetten aldık bileti, Hermitage’ a 2 gün ayırmıştık Pazar ve Salı, o yüzden 2 günlük bilet aldık, Pazar günü sabah 10.30’da girdiğimiz Hermitage’dan akşamüstü 18’de çıktığımızda anca ilk iki katı gezebilmiştik, ikinci katın da yarısına gelebilmiştik ve inanılmaz yorulmuştuk ama ne olursa olsun o yorgunluğa değecek bir gün geçirmiştik, Allahtan otel yakındı ve otele gider gitmez sıcak bir duş alarak yorgunluğu azda olsa üzerimizden atıp vakit kaybetmeden yemek yiyecek bir yer bulmak için kendimizi dışarı atmıştık, arkadaşın İtalyan restoranı diye tutturması nedeniyle Petersburg’da İtalyan restoranı arayıp 1 saatlik bir geziden sonra sonunda çok klas bir İtalyan restoranı bulmuştuk, dünyanın sadece 5 yerinde olan ve önünde en kötü arabanın Ferrari olduğu bir restorandı, yemeğimizi yedikten sonra otele gidip orada inşaat mühendisi olarak çalışan arkadaşımızla buluşup kendimizi Petersburg gecelerine atmaktı hedefimiz, arkadaşla otelin kapısında denk geldik ve odaya çıkıp az sohbet edip mekana attık kendimizi, Petersburg Avrupa’nın en hareketli gece hayatlarından birine sahip bir yer, hem kültürel hem de eğlence hayatı olarak kesinlikle görülmesi gereken bir yer olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, gerçi en başta da söylediğim gibi Cumartesi gecesi kesinlikle Petersburg’un en hareketli ve en güzel gecesi, eğer bir gün giderseniz bizim yaptığımız hatayı yapmayın ve ne kadar yorgun olursanız olun mutlaka kendinizi dışarı atın, Pazar günü olmasına rağmen bar gayet doluydu, Fidel adında üniversite gençlerinin gittiği salaş ama güzel müziklerin çaldığı bir mekana gittik, bira da gayet ucuzdu açıkçası, Pazar gecesi her ne kadar Cumartesi gecesi gibi olmasa da Petersburg’da eğlenecek mekan bulmak zor değil.
Pazartesi günü sabah geç yatmamıza rağmen 9’da kalktık ve kahvaltımızı yapıp, Hermitage’ın kapalı olduğu günde kendimizi Kazan katedraline atarak başladık gezmeye, Kazan katedrali Nevsky caddesinin ortasında bulunan dev bir yapı ve girdiğimiz yerlerde ücretsiz olan tek yapı, Moskova yazımda da belirtmiştim, kadınlar mini eteklerle giriyorlar ibadet etmeye, açıkçası sadece kafaları kapalı da diyebiliriz, başlarına eşarp takıyorlar ama mini etek ve kolsuz bodylerle katedrallerde ibadet etmeleri açıkçası beni şaşırttı, Kazan katedralinden sonra Dökülen Kan katedraline gittik, orası da Kazan katedralinden yürüyerek 10 dakika mesafedeydi, orası da aynı Kazan katedrali gibi ama ücret karşılığı girilen bir katedraldi ve Kazan’dan daha çok turist vardı, sanırım ücretli olunca daha çok turist gidiyor, Dökülen Kan katedralini de gezdikten sonra Pazartesi günkü 3.hedefimiz olan Peter ve Paul kalesine gittik, yakın gözüktüğü için yürüyerek gittik oysa ki hiçte yakın olmadığını yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşten sonra vardığımızda anladık, Peter ve Paul kalesi de Petersburg’da muhakkak görülmesi gereken yerlerden, her ne kadar çoğu yerine giriş için ekstra para ödemek zorunda olsak da, o yorgunluğa değdi, iyi ki gitmişiz dedik, orayı da gezdikten sonra akşam 18 olmuştu saat ve Pazartesi günkü 4.hedefimiz olan St. İsac katedralini ertelemek zorunda kalarak, giderken yaptığımız hatayı tekrarlamadan metroyla Nevksy’ye geri döndük, giderken de metroyla gitseydik, hem yorulmazdık hem de 4.hedefimizi de gezerdik ama olsun en azından Petersburg’un o meşhur köprülerinden birinin üstünde yürüyerek farkında olmadan yapılması gereken bir şeyi daha yapmış olduk, neva nehri sebebiyle Petersburg şehri köprülerle birbirine bağlanan bir şehir ve köprüler geceleri yük gemilerinin geçmesi için sırayla açılıyorlar, işte bu manzara Petersburg’un en güzel manzaralarından biri oluyor ve kesinlikle köprü açılış kapanışlarını izlemek gerekiyor.
Pazartesi günü de gezdiğimiz 3 yerle bitmiş oldu, otele gidip dinlenip duşumuzu aldıktan sonra arkadaşın ısrarıyla İtalyan restoranına gittik yine, o makarna yedi ben ilk gün Ahtapot yemiştim ve gayet güzeldi ikinci gün yemek yemek istemedi canım bende madem İtalyan restoranı, İtalyanların meşhur tatlısı tiramisu deneyeyim dedim ve iyi ki de denemişim, Türkiye’de yapılan tiramisuyla uzaktan yakından alakası yoktu, inanılmaz bir lezzetti her ne kadar 50 tl olsa da o aldığım lezzete değerdi. Yemeklerimizi yedikten sonra otele geçtik giyinip tekrardan Petersburg gece hayatına doğru yol aldık, bu sefer Petersburg’un en meşhur gece mekanlarından biri olan Rossi’ye gittik, giriş paralı ve içki dahil değildi, Pazar günü gittiğimiz fidele göre çok daha büyük ve klas ama Fidel’deki o sıcaklık yoktu, hem karaoke hem de normal bar tarzında olan Rossi’de şunu anladım ki Ruslar karaoke’de gerçekten çok eğleniyorlar, bar Pazartesi gecesine rağmen gayet doluydu ama gecenin ilerleyen saatlerinde ayakta duran insan sayısı parmakla sayacağımız kadar azalmıştı, Ruslar gerçekten inanılmaz içiyorlar sadece erkekleri değil kızları da deli içiyor, benim diyen Türk erkeği o içkileri içse sanırım otel yolunu bulmayı bırak kendi adını unutur, erkekler içtikten sonra ya sızıyor ya da kavga çıkarıyor kızlar ise içtikçe daha fazla oynuyor içtikçe oyun şekilleri değişiyor, Rossi’de bunu gözlemledim. Az öncede yazdığım gibi fidele göre çok daha klas olmasına rağmen ben Fidel’de daha fazla eğlenmiştim, Rossi belki de çok daha büyük olduğu için beni sarmadı.
Pazartesi gününü de öyle sonlandırdıktan sonra sabah 3 gibi otele döndük ve sabah 9 gibi uyandık, kahvaltımızı yapıp Hermitage’ın kalanını gezmek için tekrar Hermitage’a gittik, saat 10’dan 2’ye kadar Hermitage’ın kalan yarısını da gezdikten sonra ki en önemli eserler (Picasso, Van Gogh, Da Vinci, Rembrant) 3.kattaydı onları muhakkak görmelisiniz, yazlık saray Peterhoff’u görmek için Hermitage’ın arka kapısının önünden kalkan vapura bindik, Peterhoff kralın yazlık saray olarak kullandığı son derece görkemli bir yer, vapurla yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Peterhoff’a vardık, kral öyle bir saray yapmış ki resmen sefa pezevenkliği yapmış, öyle dev fıskiyeler kurmuş ki saray girişine, o akan sularla İzmir’in bir senelik su ihtiyacı giderilir, sadece fıskiyeler de değil o yeşillik alan ve inanılmaz saray kesinlikle görülmesi gerekiyor. Peterhoff’da geçirdiğimiz 4 saatten sonra vapura binerek tekrar şehre döndük ve Pazartesi gidemediğimiz St. İsac katedraline doğru yol aldık, gittiğimizde içerisi kapanmıştı içini gezemedik ama o devasa yapıyı dışardan bile görmek için gitmeye değerdi, St. İsac katedrali Rusya’nın merkez katedraliymiş ve tüm katedraller oraya bağlıymış, St. İsac katedralini de gördükten sonra Salı gününü de bitirip otele doğru yol aldık, az dinlenip yine arkadaşın o bayıldığı İtalyan restoranına gittik ve yine üst üste üçüncü kez makarna yedi arkadaş, bildiğimiz her annenin yaptığı domatesli makarna yedi 3 gün boyunca, ben bu sefer isyan ettim ve hiçbir şey yemedim, Petersburg’un dünyaca meşhur yemeği olan strogonoff yemek istiyordum ve son gecemizde onu yemeden o şehirden ayrılmayacaktım, Petersburg’da çalışan arkadaşım Hakan’a rica ettim sağ olsun o da beni kırmadı ve arkadaşın makarnası bitince sadece strogonoff yapılan Petersburg’un en iyi restoranlarından biri olan Strogonoff House’a gittik, normalde de Türkiye’de bayılarak yediğim strogonoff’u bide yerinde yemek lazımdı, ve en iyi yapılan yerinde yemek gerçekten inanılmazdı, evet Türkiye’de de gayet güzel yapan restoranlar var ama eğer bir gün yolunuz Petersburg’a düşerse kesinlikle strogonoff yemelisiniz, ben sırf strogonoff yemek için bile yine gidebilirim, yok böyle bir lezzet, inanılmaz bir keyif aldım o yemekten, Petersburg’daki son gecemiz strogonoff sayesinde en güzel gece oldu.
Salı gecesini de öyle sonlandırdıktan sonra Çarşamba günü sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra son olarak yine Petersburg’da muhakkak yapılması gereken bir şey olan nehir gezisi turuna çıktık, Neva nehrini 1 saat boyunca Cheppa denilen nehre özel yapılmış tekneyle gezdik, şehri nehirden izlemek gerçekten çok keyifli ve güzeldi, nehir turu da bittikten sonra otele gidip bavullarımızı alıp havaalanına gitmek için metroya bindik, Plukovo havaalanından 18.50 TK 0402 seferiyle İstanbul’a döndük, Petersburg-İstanbul arası 3 saat 20 dakika sürüyor, ne olursa olsun 10 saat de sürse Petersburg’a gitmek için değer, Moskova da fena değildi ama Petersburg gerçekten inanılmaz bir yer, gerek tarihi, gerek kültürü, gerek inanılmaz binaları ve Hermitage müzesi gerekse gece hayatıyla Petersburg muhakkak gezilmesi, görülmesi gereken bir yer. Son olarak belki gereksiz bir ayrıntı ama bunu yazmadan yazıyı bitirmek istemedim, hem Moskova hem Petersburg’da ara sıra ayakkabımın bağcıkları açıldı ve ne zaman bağcığım açılsa sokaktan yanımdan geçen birileri hep beni uyarıp bağcığımın açıldığını ve bağlamam gerektiğini söylediler, Türkiye’de hem İstanbul hem İzmir’de belki de yüzlerce kez bağcığım açılmıştır ama bir kez bile bir kişi uyarmadı beni, bunu da Rusların soğuk olduğunu söyleyenler için yazmak istedim, emin olun ki Ruslar biz Türklerden hem daha sıcak hem de daha yardımsever.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder