23 Ağustos’ta Türk Hava Yolları’nın TK 0417 seferiyle gittik Moskova’ya uçak İstanbul’dan saat 11.05’de kalktı ve Moskova saatiyle 14.55’te Moskova’ya inmiş olduk(Rusya Türkiye’den 1 saat ileri olduğu için aslında 13.55’te indik, yani uçuş 2 saat 50 dakika sürdü), uçağa binmeden free shoptan içki alalım dedik ama arkadaş salla Vnukovo havaalanında daha ucuzdur oradan alırız deyince almadık içki, fakat uçağa bindiğimizde her Rus’un elinde en az 3 free shop poşetini görünce anladık ki İstanbul free shopu Moskova free shopundan daha ucuzmuş, uçuş gayet keyifliydi özellikle Türk Hava Yolları’nın o leziz yemekleri uçuşu keyifli yapan faktörlerin başında geldi, 5 yıldızlı otel restoranı lezzetinde yemekler sunuyor Thy uçuşlarında, Vnukovo havaalanına indikten sonra ilk şoku free shop olmadığını görünce yaşadık, hani Ruslar neden İstanbul’dan 3’er poşet içki almışlar gayet iyi anlamış olduk, sonra pasaport kontrolüne girdik, Rus halkı cidden tam bir robot hayatı yaşıyor 4 ayrı pasaport kontrol noktası var ikisi bomboşken diğer ikisi full ve hiçbiri boş olana geçmeyi akıl edemedi en son hitler Almanya’sındaki polislere benzeyen bir polis abla geldi ve bağırarak o kuyruğun yarısını boş olan yerlere geçirdi.
Pasaport kontrolünde polis bize göçmen kağıdı verdi, o kağıt çok önemli seyahat boyunca pasaportla beraber yanımızdan ayırmamamız gerekiyor, bitiş tarihi ise 30 aralıktı yani 4 aylık vize verdiler de diyebiliriz, pasaporttan sonra bavullarımızı almaya geçtik, ilk şoku free shop olmadığını anladığımızda yaşadık ama asıl şok az sonra gelecekti, bavullarımızı almak için banta geçtiğimizde arkadaşın bavulu çıktı ama benimki yoktu, bant döndü herkes bavulunu aldı gitti, benim bavul çıkmadı, işte asıl şoku o an yaşamış oldum ben, hemen kayıp eşya departmanına geçtik, Allahtan görevli İngilizce biliyordu formlarımızı doldurduk, görevli çok sempatikti ve bize bavulumuzun bulunması durumunda otele yollanacağını söyledi, gereken işlemleri yaptık ve ben daha tatilin ilk anlarında yaşadığım bir şokla Moskova’ya girmiş oldum.
Havaalanından şehir merkezine aeroexpress denen trenlerle geçiş yapılıyordu, her saat başı kalkan trenler merkeze yaklaşık 45 dakikada gidiyorlar, tren sizi bir metro istasyonunda indiriyor ve metro aktarması yapıp merkeze geçiyorsun, Moskova metrosu için az sonra düşüncelerimi belirteceğim ama kısaca şunu söylemek gerekirse adamlar resmen efsane bir metro hattı yapmışlar, koskoca Moskova’yı o metroyla gezebiliyorsun hiç taksi ve otobüse ihtiyaç duymadan, otelimiz metrodan indikten sonra yürüyerek 3 dakikalık bir mesafedeydi, metrodan indikten sonra yukarı çıktığımızda gördüğümüz en kötü araba Porsche’ydi, Ferrariler gırla, Range Roverlar gayet sıradandı o caddede, sanırım biz farkında olmadan Moskova’nın en lüks otelini ayarlamıştık booking.com’dan, otelimizin hemen yanında Vogue cafe vardı, cafenin önünde 2 tane çam yarması, onlara sorduk oteli ve gayet kibar bir şekilde tarif ettiler bize, otele gittik, otelin tam karşısında Rusya’nın merkez bankası vardı yani istesem de kaybolamazdım orada sanırım.
Otele yerleştikten sonra dışarı çıkıp gezelim dedik, her ne kadar kapanmış olsa da kremlin sarayının oraya gidip gece manzarasını izleyelim dedik, metroya binip bir durak sonra indik ve kremlinin hemen önüne çıktık, kızıl meydan ve kremlin gerçekten efsane, yıllarca filmlerde gördüğüm yerlerin havasını solumak çok güzel bir duyguydu, kızıl meydan boyunca yavaş yavaş oranın tadını çıkararak gezdik, kızıl meydanın sonuna doğru St Vasili kilisesi var ki o da Moskova’nın kesinlikle gezilmesi gereken yerlerinden biri, ilk gece hem yol yorgunluğu hem de bavulun kaybolmasının moral bozukluğundan otele gidip uyuduk, sabah erken kalkıp kremlin sarayını gezmeye gidecektik, 10 da açılıyordu akşam 5’e kadar açıktı, tabi sadece kremlin değil, gezilecek çok yer vardı, o yüzden uyuyup, dinlendik.
Sabah olduğunda kahvaltımızı yapar yapmaz çıktık bu sefer yürüyerek gidelim dedik hem otelin hemen yanındaki Bolşoy tiyatrosunu da görmek gerekiyordu, Bolşoy’un önünde fotoğraf çektirip, 15 dakika o harika yapıyı ağzımız açık izledik, Dünyaca ünlü bolşoy tiyatrosu, gerçekten harikaydı, bolşoy’u gezdikten sonra kremline gittik, bilet kuyruğu fenaydı yaklaşık yarım saat bekledik, kremlin ve silah müzesinin biletleri ayrı satılıyordu kremlini aldık ama silah müzesinin biletleri bitmişti alamadık, her gün sınırlı sayıda kişi gezebiliyordu ve onun biletleri için erken gelmek gerekiyordu, kremline girdik ve kremlini yaklaşık 3 saatte gezebildik, Topkapı’yla karşılaştırmak gerekirse, Topkapı’nın tek artısı manzarası, yani deniz olmasa bence kremlin daha iyi bir yapı Topkapı sarayından, kremlinin içindeki katedraller ve çarın topuyla, çanı gerçekten görülmesi gereken yapılar.
Kremlinde 3 saat geçirdikten sonra ayaklarımız bitmiş bir halde saraydan çıktık ve Kızılmeydan’dan St Vasili katedraline doğru yürümeye başladık, St Vasili’i gezikten sonra Kızılmeydan boyunca uzanan Avm’ye girip bir gezelim dedik meğer o avm bizim gidilecekler listesinde olan GUM’muş, enine olarak nerdeyse tüm kızıl meydanı kaplayan Gum tarihi bir binaya inşa edilen 3 katlı son derece modern avm, tamamen kapalı ama üstü tamamen camla kapandığı için gün ışığını alıyor, içerisi de gayet sıcak sanırım kışın -30ları düşünerek yapmışlar, arkadaş madem bavulun kayıp bir pantolon alalım da en azından 6 gün boyunca eşofmanla gezme dedi ve biz Levis’e girdik Türkiye’de 150-200 arası olan 501 e bakayım dedim bakmaz olaydım en ucuz 501 350 tl’den başlıyordu, Moskova’nın pahalı bir memleket olduğunu biliyordum ama ilk tokat o an suratıma çarptı, tabi ki almadan çıktım ve GUM’u gezip bir cafeye oturduk.
Cafe’de havyar ve Baileys istedim, toplam 60 tl gayet normal fiyat derken, baileys’in bir bardağın 10’da 1’i kadar geldiğini görünce gözlerime inanamadım, Türkiye’de bardağı sonuna kadar doldururlar ve ortalama 15-25 tl arasıdır bir baileys ama Moskova’da o bardağın 10’da 1’i ve havyarın 15 tl olduğunu düşünürsek 45 tl verdik, yani o bardak tamamen dolu olsa 200 tl olacaktı fiyat, Levis olayından sonra baileys olayıyla Moskova’nın pahalılık konusunda aşmış olduğunu, cafeden kalkıp avm’deki markete girdik(bizim Migros tarzı) meyveler kiloyla değil bardakla satılıyordu ve bizim 1 kg’den çok daha pahalıydı, sadece şunu söylesem Moskova’nın nasıl pahalı bir yer olduğunu anlarsınız, Burger king’de double whopper’ı 60 tl’ye yedim, Türkiye’de 16 tl olan şeyi, Türkiye’de 50 kuruş olan 0.5 lt sular orda 3.5 tl’ydi, Moskova dünyanın 3. Avrupa’nın ise en pahalı şehri.
İkinci günümüzde son olarak Moskova etnografya müzesini gezdik ve saat 19’da orası da kapanınca ayaklarımıza kara sular inmiş bir şekilde otele gittik, otele gittik ama hala gezeceğimiz yerler bitmemişti ve ertesi gün Saint Petersburg’a geçme zamanıydı, otele geldiğimizde bavul geldi mi diye umutsuzca sorduğumda resepsiyona, resepsiyonistin evet demesiyle hayatımda yaşadığım en büyük sevinçlerden birini yaşadım, bavuluma 2 gün gecikmeli de olsa kavuşmuştum ve tatil o an başladı benim için, o gece Moskova’nın gece hayatını gördük, Rus kızlarının mutluluğu neden dışarda aradığını da anlamış olduk, Rus erkekleri kesinlikle ayık gezmiyorlar, bir gecede tam 14 tane sızmış ve ayakta zor duran adam gördüm, gece bindiğimiz metro resmen votka kokuyordu, metroyu geçtim, sokaklar bile votka kokuyordu, metroda sızanlara zaten herkes normal gözle bakarken, sarhoş olmayan bir tane bile erkek görmedim desem yalan olmaz, meşhur arbat caddesine gittik, gittiğimizde pek canlı değildi aslında belki de yanlış zamanda gitmiştik ama bizim istiklalden daha kötü bir yer olduğu kesin.
Moskova’daki son günümüzde planımız kremlindeki silah müzesini gezmek ardından Lenin mozolesini ziyaret edip Nazım Hikmet’in mezarını görmek için Novodevichy manastırına gitmekti, sabah 9.30’da bilet gişesi açılmadan gittik, yine de kuyruk vardı, 10.00’da gişe açılınca biletimi alıp silah müzesini gezdim, ardından Lenin mozolesine gittik ama yaklaşık 1 km kuyruk vardı ve bunların çoğu da Japon’du, bizde üzülerek es geçmek zorunda kaldık mozoleyi ve metroya binip Novodevichy manastırına gittim, başta Nazım Hikmet olmak üzere, ünlü Rus devlet adamlarının mezarlarının olduğu Novodevichy’de yaklaşık 2 saat kaldım, manastırın bahçesinde mezarlar var manastırda ise gelip ibadetlerini yapıyorlar, dikkatimi çeken şey mini etekli bir sürü kızın başlarını kapayıp manastıra girmesi ve çoğunun ağlayarak dua etmesi oldu, yani kıyafet önemli değil onlar için ibadette, ibadetlerini inanarak ve kalpten yaptıkları çok belli oluyordu.
Novodevichy gezimi de tamamladıktan sonra metroyla otele geri döndüm ve bavullarımızı alıp St Petersburg’a gitmek üzere Rusya’nın ana havaalanı Sheremetyevo’ya doğru yola çıktık( İstanbul’dan gelirken indiğimiz Vnukovo Sabiha Gökçen, Petersburg’a giderken gittiğimiz Sheremetyevo ise Atatürk havaalanı gibi) metroya binip aeroexpreslerin kalktığı istasyona gittik, bu arada lafı gelmişken Moskova metrosu gerçekten inanılmaz bir yer, adamlar öyle dizayn etmişler ki 4-5 hat var ve metroda bile gezerken yoruluyorsun o kadar büyük, biz 2 gün sonunda anca çözmüştük metroyu, bizim metrolar gibi tek bir hat yok, tren tek bir rayda gitmiyor, üstelik metro istasyonları da resmen tarihi eser, mutlaka görülmesi gereken istasyonlar var, metro çok sık geçiyor birini kaçırınca 1 dakika sonra diğeri geliyor, ve Rus halkı soğuk falan değil, gayet yardımsever her ne kadar yardım istediğimiz 10 Moskovalıdan 9’u İngilizce bilmese de işaretlerle yardım etmeye çalıştılar.
Sheremetyevo havaalanına gidip Rusların meşhur havayolu Aeroflot ile Petersburg’a uçtuk, Aeroflot hakkında söylemek istediklerim ise hostesleri her Türk erkeğinin hayalindeki hostes tipi, gayet güzeller ve kırmızı bir üniforma giyerek ne kadar iddialı olduklarını da gösteriyorlar, ama hostesleri ne kadar iyiyse pilotları o kadar kötüydü, Petersburg’a öyle bir indik ki içimden Allah’ım sana geliyorum dedim, hayatımda o kadar sert bir iniş görmedim ben, hani dedikleri gibi varmış Aeroflotun, Petersburg’a inince uçakta bir alkış tufanı koptu. Moskova özet olarak çok pahalı ve çok kalabalık bir şehir bir daha gidermişin deseler hayır derim, ama kesinlikle gidilip görülmesi gereken bir yer olduğunu da söyleyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder