5 Ocak 2015 Pazartesi

BRUGGE


2008 senesinde In Brugge filmini izlediğimde demiştim bir gün ben Brugge’e gideceğim diye ve o hayalım geçen hafta gerçekleşti, şimdi sizlerle Brugge maceramı paylaşacağım, gitmek isteyenlere de güzel bir rehber olacağından eminim yazımın.

25 aralıkta Thy’nin sabah 8’deki TK1937 uçağıyla Brüksele gittim, yaklaşık 3 saat 20 dakika süren uçuştan sonra Brüksel havaalanına indik, Brüksel havalimanının en alt katından kalkan trenler aktarmalı olarak sizi Brugge’e götürüyor. Yaklaşık 30 dakikada bir kalkan trenler ya Brüksel midi aktarmalı ya da Gent aktarmalı olarak Brugge’e gidiyor, ben Gent aktarmalı olana denk geldim, Brükselden yaklaşık 50 dakika süren tren yolculuğuyla Brugge’e ulaşıyorsunuz, tren ücreti 20.60 euro tutuyor ve http://www.belgianrail.be sitesinden biletinizi alabiliyorsunuz, bilette tren saati yazmıyor, sadece tarih yazıyor, yani o tarihte istediğiniz trenle geçebilirsiniz Brükselden Brugge’e. 

Brükselden Gent aktarmalı trenle Brugge’e geçtim, Brugge tren garında indikten sonra şehir merkezi yaklaşık 1.5 km, bavulunuz olduğu için taksi tutacaksınız muhtemelen o da 7 euro tutuyor, bavulunuz yoksa eğer yürüyerek 20 dakikada merkeze ulaşabilirsiniz. Otelim Best Western Acacia’ya taksiyle ulaştıktan sonra odama yerleştim, otelin yeri gerçekten çok iyiydi, Markt meydanına yürüyerek sadece 3 dakikaydı.

25 aralıkta geldiğim için Brugge’e, christmas şenliğine denk geldim ve iyi ki de geldim, christmas kermesi vardı sokaklarda ve sokaklar ışıldı ama tabi christmas olduğu için mağazaların çoğu kapalıydı ve turist bilgi merkezleri de. Otelin Brugge haritasında pek ayrıntı yoktu ama resepsiyonist çok yardımcı oldu ve bana en iyi restoran ve en güzel biraların içileceği yerleri yazdı, odama yerleştikten sonra dışarı çıktım, Brugge denince akla üç şey geliyor, midye, bira ve ve çikolata. 

Brugge’ün iki ana meydanı var biri Markt diğeri Burg meydanı, Markt meydanındaki kermesleri gezip, çok acıktığım için yemek yemek için resepsiyonistin önerdiği Poules Moules’e gittim ama maalesef christmas olduğu için kapalıydı o restoran, ben de markt meydanındaki adını Brugge’ün simgesi olan Belfort saat kulesinden alan Le Grand Cafe Belfort’a girdim, midyeyi çok seven ve Türkiyenin en iyi midyesinin olduğu şehir İzmirde yaşayan biri olarak meşhur Belçika midyesini çok merak ediyordum açıkçası, bizim midyeden daha güzel olma ihtimalini düşünemiyordum ama yine de içimde acaba olabilir mi diye bir düşünce de geçmiyor değildi, 3-4 farklı sosla servis ediliyor midye, şarap, bira, garlic ve cream sosları var, ben garsona siz hangisini tavsiye edersiniz dedim bana cream sosu önerdi(en pahalısı da oydu) midye 20 ile 25 euro arasında sosuna göre değişiyor, yanında da Brugge’ün en meşhur biralarından Brugge Zots istedim, yemek bi 25 dakika bekleme süresinden sonra geldi, bir tencere içinde servis ediliyor midye ve o tencere sonuna kadar dolu oluyor, yanında da patates kızartması veriyorlar, bir tencerede yaklaşık 50-60 arası midye oluyor, benim yediğim krema soslu midye gerçekten çok lezzetliydi, ben çok beğendim ve o kadar iştahlı yedim ki, yanımdaki masada oturan kişi kalkarken bana afiyet olsun dedi, bizim midyelerle kıyaslamak gerekirse ben bizim midyeyi seçerim ama Belçika midyesi de övüldüğü kadar varmış, Brugge’e giderseniz mutlaka deneyin derim. 

Karnımı doyurduktan sonra biraz daha gezdim ama hem christmas olduğundan çoğu yer kapalıydı hem de hava kararmıştı o yüzden otelime döndüm biraz dinlenmek için, otelde biraz dinlendikten sonra Belçikanın meşhur biralarını denemek için dışarı çıktım, resepsiyonistin önerdiği pub Brugs Beertje kapalıydı christmas yüzünden ben de pub ve barların oldugu T’Zand caddesine gittim, rasgele bir bara girdim, barda christmas party vardı ve gerçekten çok iyi müzik yapan bir dj vardı şansıma, mekan çok kalabalıktı, kendime barın önünde bir yer buldum ve oturdum, yaklaşık 2 saat oturdum ve 6 bira içtim, hepsi de farklı biralardı, frambuazlı da içtim, muzlu da, tekilalı da, frambuazlı güzeldi ama muzlu tavsiye etmem açıkçası, biralar hem lezzetli hem de sudan ucuzdu, 2-3 euro arasında değişen fiyatlarla 6 bira içtim, 3 euro evet en pahalı bira 3 euroydu hem de brugge’un en iyi barlarından birinde, adamlar sudan daha çok tüketiyor birayı, sloganları da save the water drink beer. ben de öyle yaptım açıkçası 2 günde içtiğim suyun 10 katı daha fazla bira içtim Brugge’de, bardan midemde daha fazla bira içecek yer kalmadığı için çıktım ve sabah erkenden kalkıp, tüm Brugge’ü gezmem gerektiği için odama gidip uyudum.

26’sında uykumu iyice almış ve dinlenmiş olarak uyandım ve giyinip Brugge’ü gezmek için fotoğraf makinamı boynuma asarak dışarı çıktım, Brugge’de gezilmesi gereken en önemli yerleri belirledikten sonra yoluma koyuldum, önce Markt meydanına inip, Brugge’ün simgesi olan Belfort saat kulesine gittim, Belfort saat kulesinin tepesine çıkmak için tam 386 merdiven çıkmanız gerekiyor, maalesef asansör yok, eğer oraya çıkmayı başarabilirseniz şehrin harika manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz ama oraya çıkınca yorgunluktan o keyfi yaşayabilirmisiniz bilemem, açıkçası çıkmak istedim ama 386 merdiven çıkmayı yemedi o yüzden çıkanları tebrik etmekle kaldım ve yoluma devam ettim.

Markt meydanından Burg meydanına geçtim ve orayı da gezdikten sonra şehrin görülmesi gereken en önemli yerlerinden Church of our Lady kilisesine gittim, bu kilise tarihi bir kilise ve hristiyanlar için çok değerli bir kilise, Michalengelonun Madonna ve Çocuk heykeli bu kilisede ve sırf bu yüzden bile görülmesi gereken bir kilise, orayı gezdikten sonra Beginjhof’a gittim, ördek ve kuğuların yüzdüğü çok güzel manzarası olan bir park Beginjhof, çok güzel fotoğrafların çekileceği bir manzarası var, o yüzden bu güzel manzarayı kaçırmamak gerekli, ordayı da gezdikten sonra aşk gölü olarak adlandırılan Minnewater’a geçtim, orası da en az Beginjhof kadar güzel bir yer, orada da çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz, minnewaterdan çıkınca karşıma tren garı çıktı, geze geze otelden tren garına kadar gelmişim, ordan şehrin diğer önemli turistik yeri olan St Salvatore kathedraline doğru yol aldım, orayı da gezdikten sonra alışveriş mağazalarının olduğu, Brugge’un en kalabalık caddesi Zuidzandstraat’a geçtim ve mağazaları geze geze Markt meydanına geldim, gezmem gereken her yeri gezmiştim ve sadece Brugge’de mutlaka yapılması gereken tekne turu kalmıştı, normalde 4-5 firma var nehir turu düzenleyen ama 26’sı olduğu için hepsi kapalıydı tek bir yer açıktı Dijver caddesindeki tekne turu açık olan tek yerdi, tek açık olan yer orası olduğundan baya bir sıra vardı, hava da soğuktu, sıraya girip girmemekte tereddüt ettim ama olmazsa olmazdı nehir turu ve o yüzden girdim sıraya yaklaşık 45 dakika bekledikten sonra sıra geldi, 7.60 euro karşılığında 35 dakikalık harika bir nehir turu yapıyorsunuz, Brugge’ü bir de nehirden turluyorsunuz, kaptan gayet güzel bir şekilde anlatıyor Brugge ve tarihçesini bir de geçtiğimiz yerlerin önemlilerini, 7.60 gerçekten çok ucuz o tur için 15 euro olsa herkes yine yapar diye düşündüm açıkçası, tekne turu bittikten sonra o kadar gezip deli gibi yorulan ve acıkan ben bir gün önce gittiğim ve kapalı olan Poules Moules’e gittim, rib eye yedim, kesinlikle tavsiye ederim bu restoranı hem çalışanları çok ilgili hem de yemekler efsane derecesinde lezzetli, yemeğimi yedikten sonra Amsterdamdan gelen arkadaşlarla buluşmak için 2b denen mekana gittim, Brugge’un birbirinden farklı biralarını denemek için harika bir mekan 2b tek kötü yanı saat 7’de kapanması. 

Brugge’ü 2 günde çok rahat bir şekilde gezdim, hatta 1 günde de gezilir o kadar ufak bir şehir ama kesinlikle bu şehrin keyfini çıkarmak gerekir o yüzden 2 gün ayırın derim, Brugge Belçikanın en turistik yeri, başkent Brükselden daha çok turist çekiyor sebebi de 2.dünya savaşında bombalanmayan tek yer olması, o tarihi dokusunu tamamen koruması, gerçekten de Brugge’de insan kendini masal şehrindeymiş gibi hissediyor, o evler, yüzlerce çikolata dükkanı sayesinde şehir resmen çikolata kokuyor, bu küçük ve sevimli şehirde 2 harika gün geçirdikten sonra 27 aralık cumartesi günü Amsterdama geçtim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder